BÜLENT AYDEMİR: ESNAF KÜLTÜRÜNÜN BANA ÇOK KATKISI OLDU
- “Bir esnaf çocuğu Bülent Aydemir” deyince siz ne hissediyorsunuz? - Ben teşekkür ederim. Sağ olun. Valla şöyle söyle-yeyim: Biz bir kere o toprağın kültürünü, bereketini almışız (eskiler buna hir bereket der). Ben o kültürün içinde yoğrulup gelmiş bir adamım. Sur içinde, Dağkapı'da hem evimiz vardı bizim hem de hacı babamın, rahmetli dedemin babama açtığı bakkal dükkânı vardı. Hacı baba bakkaliyesi. Adı ‘Hacı Baba'ydı. Önceleri adı yoktu tabi sonra babam bakkaliyeyi kardeşlerime ve abilerime bıraktı. O dükkân yıllarca, otuz beş, kırk sene evin nafakasını çıkardı. O zamanlar marketler süper marketler yok tabi. Bakkal dükkânıyız ama komşuları tanıyoruz, gelen gideni tanıyoruz. Yanda terzi komşularımız vardı. Babamın gömlekçi bir arkadaşı vardı; ‘Halim abi’. Hiç unutmuyorum. Bir sürü hikayem var onunla ilgili. Mesela ergenliğe geçiş dönemimde ilk gömleğimi Halim abi dikmiştir. Babam geldi, elimden tuttu, “Hadi gel, Halim abine gideceğiz. Sana bir gömlek diksin” dedi. Ben o gömleği yıllarca giydim. Dik yaka, el işçiliği güzel bir gömlek. Çocuk gömleklerini sevmiyordum. Babamın öğretmen, zabıta gibi farklı mesleklerden arkadaşları vardı. Mesela Nurettin abimiz vardı, şimdi hayatta mı bilmiyorum ama hayattaysa Allah sağlık, selamet versin. Onunla babamın şakalaşmaları, atışmaları böyle ciddi ciddi ama aslında nükte içeriyordu. Bizim çocukluğumuz böyle bir ortamda geçti. Komşuları, ticaret yaptığın insanların hepsini tanıyorsun. Veresiye defterimiz vardı. DÜKKANDA HACI BABANIN BEREKETİ VAR - Cumhurbaşkanımız veresiye defterinin, dükkân sahibinin vatandaşa açtığı bir kredi olduğunu, onun çok önemli olduğunu belirtmişti. Böyle bir fonksiyonu var veresiye defterinin değil mi? - Kesinlikle. O veresiye defterinde bir kültür vardı. Çoğu yazılmazdı akılda tutulurdu. Ben dükkânda çıraklık yapardım. Okul hayatından önce ve okul hayatına başladıktan sonrada yapmaya devam ettim. Yaz tatillerinde de gittim ve şöyle denirdi; “Bu dükkânda hacı babanın bereketi var” Adı Hacı Baba ama babamın hacca gitmişliği yoktur, kısmet olmadı. Hayatta kendisi şimdi ama sağlık sorunları var. Babama Hacı Salih derler yada Hacı abi. Bunun sebebi de güvenilir insan, dost canlısı, kadir kıymet bilmesidir. “Bu dükkânda Hacı Baba’nın bereketi var” derlerdi. Biz bayram günlerinde bayram satışı yapardık. Şeker ve diğer bayram alışverişleri yapılıp, bayram hazırlığı yapılırdı. Alışveriş bittiğinde savaştan çıkmış gibi olurduk, sabaha karşı eve giderdik. Yorgun argın dört beş kişi o dükkânın sirkülasyonunu sağlamaya çalışırdık. Ama dediğim gibi o dükkânın bereketi, ahilik kültüründen, eski esnaf kültüründen gelirdi. İhtiyacı olandan para alınmadan ihtiyacını verirdik. Meselâ az parası var, yüz-iki yüz gram peynir istedi. Peyniri tartmadan verirdik o kişiye. Çok tanık olmuşumdur. Hiç unutmuyorum bir gün bizim bakkal Mehmet amca vardı. (onun da çocukları devraldı aynı bizim dükkân gibi) Bir müşteri gelip bir ürün istedi ne olduğunu hatırlamıyorum. ‘Bizde yok, bakkal Mehmet abide var’ dedi babam. Müşteri gittikten sonra ‘Baba bu ürün bizde vardı neden vermedik?’ dedim. ‘Boş ver oğlum o ürün bizde yok kalmadı’ dedi babam. Sonradan anladım ki biraz da komşusunun ticaret yapması için böyle söylemiş babam. Bunun dışında sayısız anım var. Avlulu evlerimizde komşularımızla yaptığımız kahvaltılar vardı. Bir derdi sıkıntısı olanın sıkıntısına koşardık. Sonrasında bu işlerde bozuldu. Paylaşımda bazı sorunlar yaşandı. Eskiden bu kültür vardı, komşusu açken tok yatan bizden değildi. Böyle bir anlayış vardı herkes komşusunu gözetirdi. Ticaret yapılırdı ama yoksul fakirse para alınmazdı, veresiye defteri yırtılıp atılırdı. Çoğu zaman veresiye defteri tutulmazdı bile. Biri gelip bir şey ister sonrada arkasını döner giderdi. Abime ‘bunlar para vermedi’ dediğimde onlar borçlarını öderler derdi. Yazmasak bile bizde, müşteride borcunu bilirdi. Şeker çuvallarının üzerinde çok uyumuşumdur. Eskiden çuvalla alınırdı ürünler sonra beş kiloluk poşetlere ayrılırdı. Şeker çuvallarının bile anısı var bende. Eskiden Sümerbank'tan yapılırdı alışverişler. Şeker çuvalları çok kaliteli bezlerden yapılırdı. Üzerinde Kayseri A.Ş ya da Erzurum Şeker Fabrikaları A.Ş yazardı. Şekerler satıldıktan sonra annelerimiz o kumaşları değerlendirirdi. Onlardan bize çamaşır yaparlardı. Annemin elinden terzilikte gelirdi. Boyasının gitmesi için çamaşır suyunda kaynatırlardı ama boyanın bir kısmı her zaman kalırdı. ESNAF KÜLTÜRÜ AYNI ZAMANDA SOSYALLEŞME ARACIYDI - Bakkallık mesleğinin püf noktalarını öğrenmiş olduk. Şu anda bir bakkal dükkânına gitseniz neyin iyi neyin kötü olduğunu anlayıp ‘onu alma bunu al’ deyip, ürünü tartıp, kesip müşteriye verebilir misiniz? - Ben bu kültürü öğrendim ama tartı işini beceremezdim. Dükkan, bakkal işi bana ağır gelirdi. Sonuçta bir satış yapıyorsun, orası bir ticarethane. Açıkçası o işi çok benim-seyemedim. Bakkallık babamın mesleği, birçok insan tanıdım, o işin ruhunu öğrendim, satış yaptım. İnceliklerini biliyorum. - Yani bugün bakkalcılık yapabilir misiniz? - Yaparım tabiki. Aslında özlüyorum da keşke mahalle bakkallarımız olsa. Bunun denemeleri var. Bakkalım diye bir şey uygulandı ama şuna üzülüyorum o esnaf kültürü aynı zamanda sosyalleşme aracıydı. Onunla insanlar sosyalleşirlerdi, birincil ilişkiler kurarlardı. Oraya gelenin derdine ortak olurdun, konuşurdun. Sadece alışveriş için değil sohbet etmeye de gelenler olurdu. Dükkânın önünden geçenleri çay içmeye çağırırdık. Dükkânın sakin olduğu zamanlarda otururduk, sohbet ederdik, komşuların ne sıkıntısı var bilirdik. Yani birçok şey öğrendim. Meselâ eskiden kolonyalar pompalı, sibopluydu. Cam üzerinde olurlardı, üzerinde de derecesi olurdu. Abim bazen bana dükkânı bırakıp çarşıya giderken, ‘On cc kolonya beş lira’ derdi. Herkes elinde kolonya şişesiyle gelirdi. Fazla doldurduğun zaman patlama riski vardı. Ben onu her defasında tam dolduramaz, taşırırdım. Dükkânı abimler aldıktan sonra her ürün bulunan bir dükkâna dönüştü bakkalımız. Kazanılan para az da olsa müşteriyi kaçırmama prensibi vardı. Bakkalda bulunmayan bir ürünü müşteri istediğinde, abim beni çarşıya gönderirdi o ürünü almam için. O kadar koşturmamın amacı ne derdim? ‘Müşteriyi memnun etmek’ derdi abim. Müşteriye yok dememe, onu kazanma üzerine kurulu bir düzen vardı. BABAM KASASINDA EKSİK PARA ÇIKTIĞINDA CEBİNDEN ÖDERDİ - Dükkanla, esnaflıkla ilgili babanızın ‘kulağınıza küpe olsun’ dediği bir şey var mıydı? - Çeşitli sebeplerden dolayı iş yerinden ayrılmak zorunda kaldığımda babamın kulağına küpe olsun dediği şu söz gelir aklıma: “Her şeyini kaybedebilirsin ama onurunu asla kaybetme, biz şerefimiz, onurumuz için yaşıyoruz” Ekonomik durumumuz çok iyi olmamasına rağmen hiç sıkıntı hissetmedik. Çünkü payla-şım vardı. Bir gün bir yere misafirliğe gitmiştik, akşam eve geldi-ğimizde babam günümün nasıl geçtiğini sordu bana. Ben de “Kötü geçti baba çok fakirlerdi” dedim. İşte o zaman babamdan ilk tokadımı yedim. “Ayıp mı fakir olmak!” dedi bana. Diyarbakır'a ev yaptırdığımız sırada biraz ekonomik sıkıntı yaşamıştık o zaman babam fırıncı olarak çalışmıştı. Rahmetli dedemin mesleğidir fırıncılık. Ben babama öğlenleri sefer tasında yemek götürürdüm. Yemek her defasında buz gibi olurdu. Yolda gelirken esnaflar bana sürekli bir şey verdiği için geç kalırdım. Babam güvenilir bir insan olduğu için fırında hep kasada dururdu. Kasasında eksik para çıktığında cebinden öderdi ama fazla para olduğu zaman elini bile uzatmazdı. Ekmek dağıtırken arabanın içinde o sıcakta uyurdum ben. Herkesi tanırdık. Böyle güzel bir ortamda büyüdüm ben. ‘KÖKLERİM HEP BANA GÜÇ VERDİ’ - Bir esnaf çocuğu olmak hayatınıza ne kattı? -Ben farkında olmadan bu güzel kültürü hayatıma geçirdim. Derinliği olan, insan sevgisinin olduğu bir yerde yetiştim. Diyarbakır'da doğdum büyüdüm. Lise hayatına kadar oradaydım. İnsanlar birbirlerine çok saygılılardı. Otobüste veya dolmuşta hiç fark etmez yaşlı olmasına gerek yok ‘kadınlara’ mutlaka yer verirlerdi. Benim kişiliğimin gelişmesinde payla-şımcı, sabır gösterme anlamında bu esnaf kültürünün çok katkısı oldu ve ben bunu hayatımda da uygulamaya çalıştım. Şu var; hepimiz mesleğimizde farklı yerlere geldik, farklı şeyler yapıyoruz ama hiçbir zaman olduğumdan farklı olmadım. Aslım, köklerim hep bana güç verdi. Benim içinde bir ayrıcalık aslında kendimi şanslı hissediyorum. İnsanlar bana çok samimisin diyorlar. O samimiyet ve o paylaşım duygusu bana hayatımda çok yol gösterdi. O kültür beni çok etkiledi. Diyarbakır'da, Ulu Cami’nin önünde insanlarla sohbet ederdim. Amcanın biri ‘Evladım sen kimsin?’ dedi bana. Ben Bülent Aydemir dedim. Durdu, ‘Evladım sen kimsin?’ dedi yine. Amca söyledim ya ben Bülent, Aydemir soy ismim dedim. Oğlum onu sormuyorum sen kimsin, senin atan kim, deden kim? Ben de dedimki ‘Diyarbakırlı Hacı Salih'in oğluyum. Dedem Ahmet Çavuş.’ ‘Haa öyle söyle öyle söyle oğlum’ dedi. Saatçilere gittiğimde babamın ve dedemin kredisini çok kullanmışımdır. Çoğu zaman ücret bile almazlardı yada maliyetine tamiri yaparlardı. Diyarbakır kültürü böyle bir şeydi işte. - Eklemek istediğiniz herhangi bir şey var mı? -Biz şu an modern dünyanın rahatlığına alıştık, bir çok şeye kolay yoldan ulaşabiliyoruz. O eski kültürü bozmadan yeni bir model oluşturmalıyız. Sadece marketler, alışveriş merkezleri değil bakkallar da olsun. Hiçbir şey o eski tadı vermiyor.