Cemal Enginyurt: Mahallenin gururunu kurtaralım diye ülkücü olduk
Eski MHP, yeni bağımsız Ordu milletvekili Cemal Enginyurt bu dönemin en çok konuşulan isimlerinden biri. Önce Tanrı Dağları’nda ‘uluduğu’ videosuyla herkesin dikkatini çekti. Ardından yaptığı sert çıkışlar ve en son partisinden ihracıyla konuşulmaya devam ediyor. Buluştuk; bize nasıl tesadüfen ülkücü olduğunu, henüz lise birinci sınıftayken girdiği cezaevi günlerini, Alparslan Türkeş’le anılarını ve yeni nesille ilgili neden “Hey gidi eski ülkücülük!” dediğini anlattı. Cemal Enginyurt, 1965 yılında Ordu’nun Altınordu ilçesinde doğdu. Annesi Fiskobirlik’te, babasıysa bir kereste atölyesinde işçiydi. Çocukluğu kız kardeşiyle, babasının bekçiliğini yaptığı geniş bahçeli bir evde geçti. Zor, yoksul bir çocukluktu. Bir yandan okula gidiyor bir yandan çalışıyordu. 12 yaşında, geniş bir iş portfolyosu olmuştu; simitçilik, kahvede garsonluk, gazete satıcılığı, ayakkabı boyacılığı. Enginyurt o günleri şöyle anlatıyor: “Sırf arada bisiklete binebileyim diye bisikletçinin yanında çıraklık yaptım. Babam bir gün ‘Esem’ marka ayakkabı aldı. Biz ‘plaj’ dediğimiz, ayakları yakan siyah lastik ayakkabılardan giyerdik. O kadar mutlu oldum ki iki gün boyunca yeni ayakkabılarımı yastığımın altında sakladım. Zor koşullardı ama iyi ki de böyle büyümüşüm çünkü komşuluk, insanlık, sahiplenme ve yardımlaşma nedir orada özümsedim. Aldığım terbiye 55 yıllık ömrümde beni hep mazlumun yanında durmaya ve zorlukların karşısında başarma mecburiyetine itti.” ‘ARTIK SİZDENİZ’ Bu arada Türkiye’de de sağ-sol kavgaları şiddetlenmeye başlamıştı... Kavgalar oturdukları mahalleyi de pas geçmemişti. Ecevit hayranı bir babanın evinde büyümesine rağmen Enginyurt’un siyasi gruplarla ilgisi yoktu. Ancak karşılaştığı bir sahne, onu sonra ömrünü adayacağı ülkücülükle tanıştırdı. Anlatıyor: “Aslında kendi halinde top oynayan bir çocuktum ama mahalle arası kavgalar çok olurdu. Ben de kavgalarda güçlüye direnirdim. Okul çıkışı her akşam 100-150 kişilik bir grup, 10 kişilik bir grubu kovalardı. Bir gün bu kaçanlara ‘Siz kimsiniz, ne işsiniz, bu sizi kovalayanlar kim?’ diye sordum. ‘Biz ülkücüyüz, bunlar da komünistler’ diye cevap verdiler. Bunun üzerine, ‘Siz her akşam kaçıyorsunuz, böyle olmaz. Biz bu mahallenin çocuklarıyız ve artık sizdeniz’ dedim. Mahallenin gururunu kurtaralım diye ‘ülkücü’ olduk!” ÜÇ YIL CEZAEVİ Enginyurt, ülkücülüğe bu mahcup girişten sonra ideolojinin temellerini 12 Eylül döneminde üç yıl geçirdiği cezaevinde aldığını anlatıyor: “Biz solcuların devrim gerçekleştireceğine ve Rusya’nın Türkiye’yi işgal edeceğine inandığımızdan ‘Ezan susmasın, bayrak inmesin, vatan bölünmesin’ anlayışıyla bir kavganın içerisine girmiştik. Milliyetçi, Atatürkçü, Cumhuriyetçi gençliği kardeş kavgasına soktular. Ben de gerek kavga, gerek silahlı mücadele içine girdiğimden 12 Eylül döneminde üç yıl yargılandım. Neticede beraat ettim ama hayatımın üç yılı gitmiş oldu. Büyük Türkiye ideali içeride bende daha şuurlu hale geldi. Bir yandan fizik, kimya, Fransızca öğrendim. Arkadaşlar benimle dalga geçerdi çünkü ne zaman çıkacağımız belli değildi. Onlara ‘Bakın beyler, ben buradan çıkacağım. Eğitimimi tamamlayıp milletvekili olacağım ve hepinizi işe sokacağım’ derdim. Nitekim 34 yaşımda milletvekili oldum, hepsini işe ben soktum.” TEKRAR OKULA DÖNÜŞ Cezaevi çıkışında onu babası karşıladı. Emektar baba, bütün zor ekonomik koşullara rağmen hep oğlunun okumasını istemişti. Bunun üzerine karşılıklı oturdular ve bir anlaşma yaptılar. Enginyurt anlatıyor: “Bana ‘Tekrar okula başlayabilir misin?’ dedi. Hapse girdiğimde lise bir öğrencisiyim. Babam alkol alırdı. Ben de ona ‘Başlarım ama sen de içkiyi bırakacaksın, benimle namaza başlayacaksın” dedim. Rahmetli o gün içkiyi bıraktı. 1983’te yeniden liseye başladım. 1985’te Eskişehir İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’ni kazandım. Mezuniyetten sonra ilk iş kitapçı dükkanı açıp gazete çıkardım. Sarı basın kartı sahibi olarak 25 sene gazetecilik yaptım. Sonra sürücü kursu kurdum, mobilya mağazası açtım, beyaz eşya dükkanı çalıştırdım… Ancak hiçbir zaman ticarete sürekli bağlanan biri olmadım, hep devrettim.” GÖNLÜ SİYASETTEYDİ Ticari işler sürekli olmuyordu çünkü gönlü hep siyasetteydi. Bunun altında hapishane günleri olduğunu anlatıyor Enginyurt: “Çok zulüm yaşadım. Sabah akşam cop sesleri... Bunları 14 yaşında bir çocuğun yaşadığını düşünün… Cezaevinden çıktıktan sonra daha tepkisel bir Türk milliyetçisi ve ülkücü oluyorsunuz. Kendimi yetiştirip ülke yönetiminde söz sahibi olma heyecanını yaşıyordum. Hapisten çıktığım dönemde Muhafazakar Parti vardı. Ordu’da kuruluş çalışmalarına katıldım. Anne ve babamı da üye yaptım. Sonra o zamanın ülkü ocakları olan ‘Bizim Ocak’ları teşkilatlandırdım. Gençler arasında ülkücülüğü canlandırmak için mücadele ettim. Bu hiç kolay değildi çünkü Kenan Evren’in baskı rejimi devam ediyordu. Üstelik ideolojiden uzak, o zamanın tabiriyle ‘sevgenç’ diye ifade edilen, ‘sadece birbirinizle konuşup gezip dolaşasınız’ kültürü olan gençler vardı. Onların gönlünü kazanmak için sakallı, beş vakit namazında niyazında bir genç olarak İslami sohbetlere zemin hazırlıyor, Türk milliyetçiliği için paneller düzenliyordum. Çabalarımızın meyvesini de aldık. Ordu’da Türk milliyetçisi bir gençliğin doğup yeşermesine vesile olduk. Oradan çok güzel insanlar çıktı; milletvekilleri, iş insanları, valiler, belediye başkanları.” ‘SOLCULARLA ÜLKÜCÜLER ‘HAZIRCI’LIKTA AYNI NOKTAYA GELDİ’ Cemal Enginyurt, o zamanki ülkücülükle şimdikini nasıl kıyaslıyor? Şöyle yanıtlıyor: “Bizim dönemimizdeki ülkücülerde geçmişe, büyüğe saygı vardı. Okumayı severlerdi. Şimdiki nesil hazırcı. Elindeki telefonun tuşuna basarak öğrenmeyi tercih ediyor. Uzun metrajlı şiirler, yazılar yazmak yerine kısa sözcüklerle anlaşıyor. Sadece ülkücüler değil bütün yeni nesil böyle. Solcularla ülkücüler okumama, dinlememe ve anlamama sıkıntısında aynı noktaya geldiler. Sorunca “Biz Z kuşağıyız! Her şeyin en iyisini biliriz!” diyorlar. Neyi biliyorsun? 10-11 yaşlarımdayken annem beni tüpgaz, yağ, şeker kuyruklarına yollardı. Nerede kuyruk görsem girerdim! Yeni nesil, bir şey için kuyruğa girme fikrini bile algılayamıyor. Sosyal medyada ne kadar ‘beğeni’ ve ‘takipçi’ olursa o kadar mutlu oluyor. Geçmişin ülkücüsü de devrimcisi de adam gibi adamdılar. Okurdular, akıllıydılar, bilgiliydiler.” ALPARSLAN TÜRKEŞ KIZIMIN İSİM BABASI “Alparslan Türkeş dünya tatlısı bir adamdı. Üç saatlik sohbet üç dakika gibi gelirdi. 1996’da eşim kızımıza hamileyken yanına gittik, ona bir buçuk saat anne sütünün faydalarını ve çocuk bakımını anlattı. Kızım dünyaya geldiğinde bir çiçek ve kendi el yazısıyla yazılmış not geldi: “Hatice ve Cemal evlatlarımın kızı Miray’ı gözlerinden öperim diye… Böylesine vefalı ve zarif bir insandı. Kızımız Miraynaz’ın isim babası oldu.” ‘BİZ HANCIYIZ’ Cemal Enginyurt, MHP’den ihracı sonrası kendini ‘ocak dışı’ hissedip hissetmediği sorusuna şu yanıtı veriyor: “Beni kâğıt üzerinde MHP’den attılar. Ülkücülüğümü, Türk milliyetçiliğimi kimse benden alamaz. Biz hancıyız, hanı terk etmeyiz” BAŞKAN DA OLURUZ ÇAYCI DA! Enginyurt 1992’de 28 yaşındayken Alparslan Türkeş’in Merkez Yönetim Kurulu’na girdi. İki yıl parti yönetiminde görev yaptıktan sonra Ordu’da il başkanlığı görevine döndü. Enginyurt, “Bu bir pozisyon düşüklüğü gibi gözükebilir ama ülkücü gelenekte aldığımız terbiye gereği ocakta başkan da oluruz çaycı da!” diyerek devam ediyor: “Şu an Ordu’da 35-50 yaş arası ne kadar ülkücü varsa benim sayemdedir! Ordu MHP’nin çok güçlü olduğu bir vilayet değildir. Beş yıl il başkanlığı yaptıktan sonra 1999’da, 53 yıllık MHP tarihinde Ordu’dan çıkan ilk milletvekili oldum. Keza, 24 Haziran seçimlerinde de 83 bin gibi bir rakamla en yüksek oyla seçilen milletvekillerindenim.” HAYALLERİ BÜYÜK TUTTUM Peki Enginyurt gençken cezaevinde kurduğu hayallerini gerçekleştirdiğini düşünüyor mu? Şöyle yanıtlıyor: “Kendime rehber olarak Osmangazi’yi aldım. Söğüt diye bir merada 300 adamı toplamış, kılıçları havaya kaldırıp “Hedef Bizans!” demiş. Bu, şimdi 3 milyon Türkün birleşip ‘Amerika’yı fethedeceğiz’ demesi gibi… Herkes güler. Ama çizdiği hedef 154 yıl sonra, dördüncü torunu tarafından 1453’te gerçekleşti. Hayali büyük kurar ve peşinden inanç ve azimle giderseniz gerçekleşmemesi mümkün değil. Ben hayalleri hep büyük tuttum. Çok da halisane duygularla. Mal mülk peşinde koşmadım. Çocuklarım demokratik bir ülkede barış ve huzur içerisinde, insanca yaşasın istedim. O hayale devam ediyorum.”