Dedikodu

"Dört yanım puşt zulası" diyen Ahmet Arif'in bugünlerde (2019) yaşadığını hayal ediyorum da "kabirde olmanın kıymetini bil" diyesim geliyor. Bugünkü ile kıyaslanmasa da şair az çekmedi dedikodudan.  Leyla Erbil'le arasına nifak tohumları saçan yakın bildiği dostlarından muzdaripti. "Bir hamallar bir de bilginler dedikodu yapmaz" der mektubunda Ahmet Arif, aşık olduğu kadına... İnsanların şuur altına tezgah kuran "dedikodu cadısı" nın tek taraflı hürriyetinedir itirazı... İlk kitabına "Dört Yanım Puşt Zulası" İsmini vermek ister...  Ahmet Arif, "Ay Karanlık" şiirinde tüm çıplaklığı ile çevresindeki dedikoduculardan dem vurup, "Dört yanım puşt zulası" derken o puştlar, kendisini bu mısranın politik içerikli olduğuna inandırır ve kitap ismi olmasını önler. O gün bu gündür edebiyat dünyasında bilimsel tartışmalara konu olan "Dört yanım puşt zulası" dizesine ideolojik misyonlar yüklenir... İlk kitabın adı "Hasretinden Prangalar Eskittim" olur. Hasretinden prangalar eskittiği kadına gönderdiği mektuplarında dedikoduculardan uzak durmasını ister ama, şiiri kaderi olur. Prangaları ile ölür. 1950'li yılların ayaklı dedikodu mekanizması ile şimdiki dijital dedikodu mekanizmasını kıyaslıyorum da merhum her şeye rağmen yine iyi dayanmış diyorum. Gerçek amacından saptırılmış binlerce televizyon kanalına çanak tutan bir dijital ortam ve hepsine rahmet okutan bu sosyal medya çağında dört yanı gıybet olan bir dünyada yaşamak ister miydi bilemedim... *** İlahi dinlerin yasakladığı dedikodunun yaşam tarzı haline geldiği bir dünyadayız. Kardeşlikler, akrabalıklar, arkadaşlıklar, dostluklar, ilişkiler, evlilikler dedikodu gibi hafifmeşrep bir hastalık yüzünden domino taşı gibi bir bir devriliyor. Adem ile Havva'dan başlayarak yasaklanan gıybet, daha Habil ile Kabil'in hikâyesinde bile ilahi kitaplara farklı versiyonlarla girmiş. Dinen yasaklanan gıybet, yolun başında kitaplarda tevatür olarak  yer almış! O yüzden Filipinler'de bir kasabada başlayan ve yasal düzenlemelerle yasaklanan dedikodu, tüm gezegende yasalarla yasaklansa bile geçmiş olsun... Allah'ın emri ve peygamberlerin tembihleri ile önüne geçilemeyen dedikoduyu, insanın önleyebileceğine inanmak gerçekçi gelmiyor. *** Henüz göreve yeni başladığım televizyon kanalında bir kadın çalışanın, tüm personelin ortasında, "Cengiz Bey, gıybet var mı gıybet?" demesi ile şoka girmiştim.  Ne  söyleyeceğimi  bilemezken  aklıma  merhum  Alparslan Türkeş'in, "Türk milletine Bizans'tan geçen bir hastalık vardır: Dedikodu..." sözü gelmiş ve içimden, "Eyvah! Hastalık metastaz yapmış" demiştim... *** Yıllar önce çalıştığım televizyon kanalının dini içerikli programının kadrolu (ücretli) konuğu olan eski müftü ile Atatürk Havalanı'nda karşılaştık. Ayaküstü hal hatır sorduk. Şeytan dürtmüş olacak ki, doktor bulmuş hasta gevşekliğinde rakip kanaldaki ünlü bir başka hocanın o günlerde çok tartışılan fetvasını sordum. Sormaz olaydım. "Bırak şu sübyancı pezevengi" dedi, elimi sıktı gitti. Atatürk Havaalanı'ndaki imamı osurmuş cemaatin abdesti bozulmuş ferdi gibi kalışımı hiç unutmuyorum..!

Bakmadan Geçme