Fehmi Çalmuk Yazıyor..İllede Kasım…Kim Gitsin, Kim Kalsın?
-Fehmi Çalmuk'un "İllede Kasım...Kim Gitsin,Kim Kalsın?" yazısı 30 Kasım 2020 tarihinde www.esnafhabertv.com yanında Hürses Ekonomi Gazetesi'nde yayınlanmıştır-
Fecri Ebcioğlu’nun sözlerini Alpay ne kadar da güzel söyler: Eylül'de gel Eylül'de okul yoluna Konuşmadan yürüyelim Gireyim koluna Görenler dönmüş Hem de mutlu diyecekler Ağaçlar sevinçten başımıza Konfet gibi yaprak dökülecekler Eylül’de gel… Şimdi siyaseten kime sorsam, bilinmeyenlerin arkasına saklanıyor. Nihayet biri çıktı. Türkiye’nin gündemine Korona’dan daha önemli bir tartışma maddesini koyuverdi. “Kasım’da gel” diyerek… İddiasına göre; Kasım’da gelen erken seçim…
ABD’DEN YENİ GELDİ, SONDAJA BAŞLADI Bunu söyleyen; MTTB’den yetişen rafine bir İslamcı…1976-1978 yılları arasında Milli Kültür Vakfı’nın bursuyla İngiltere’nin güneybatısında yer alan Exeter kentinde bulunan Exeter Üniversitesi’nde dil öğrenmeye Abdullah Gül, Şükrü Karatepe, Azmi Ateş ve Hulusi Akar ile birlikte giden bir isim. Babası İzmir Komünizm ile Mücadele Derneği’nin 40 nolu kurucusu…Kayınpederi İslamcı kesimin iktisat manifestosu “Adil Düzen’in mimarı… Ak Parti’nin isminin esinlendiği İzmir Akevler Kooperatifinin kurucusu. Eşi kimsenin başörtüsü ile akademisyenlik yapamadığı bir dönemde kimya doçenti olmuş bir hanımefendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öğrencilik yıllarından başlayarak kürsülerden seslendirdiği Necip Fazıl Kısakürek’in şiirleri ilk long play yaparak piyasaya süren bir isim. Yahudi asıllı Fransız felsefeci, siyasetçi ve komünist yazar Roger Garaudy’nin kitabının ilk Türkçe çevirisini yapan da bir isim… Gazeteci,yazar, bir o kadar sinema eleştirmeni…Teorisyen olduğu kadar operasyonel bir isim… Fehmi Koru’dan bahsediyorum. GÜL,KENDİSİNİ ADRES GÖSTERDİ Yaklaşık yedi aydır yazmayan Fehmi Koru, Korona’nın ilk günlerinde ABD’den dönmüş evinde 14 günlük karantina sürecini bile geçirmiş bir yazar olarak yeniden yazmaya başladı. Yazmaya neden başladığını uzun uzadıya anlatmadı ancak yazısında pandoranın kutusunu açıverdi. Koru, döndüğüne göre “Gül için yeniden sondaja başlayacak” diye yazarken 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Karar gazetesindeki açıklamaları yayınlandı. Abdullah Gül Parti devleti mantığını sözünden hareketle Türkiye’de ideal demokratik hukuk devletinin ancak “güçlü bir parlamenter sistem” ile sağlanacağını öne sürdü. Sistemi kuvvetler ayrılığına dayalı, her türlü vesayetten uzak olarak yorumluyor. Muhalefetin özellikle çatı adaylığına karşı çıkan İyi Parti’nin güçlendirilmiş parlamenter sistem vaadini güçlü bir parlamenter sistem olarak benimsemiş gözüküyor. Gül kendisinin siyasi bir güçlü bir adres olduğunu “Türkiye’nin yönetim şekli radikal bir şekilde referandumla değişti. Tüm bunlar Türkiye’yi çok sarstı, siyasi ve ekonomik istikrarı bozdu. Bugün hala ayakta durabiliyorsak bu ilk beş senemizde Türk ekonomisinde gerçekleşen yapısal dönüşüm sayesindedir” diyerek ortaya koydu. Yani kendisinin Çankaya’ya çıkmadan önce Başbakan, Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı döneme bağladı. Bundan sonraki süreci “vizyon kayboldu” diye yorumladı. Gül, ekonomiden başlayarak kendisinin perde arkasından, manyetik alanı içinde bulunan DEVA, Saadet ve Gelecek Partisi’nin söylem birliğini de oluşturmuş oldu.
ERKEN SEÇİM OLUR MU ? Tekrar yazmaya başlaması için “önemli bir sebep daha var: Anlamsız gelse bile ufukta baskın bir seçim olduğu kokusunu alıyorum” diyerek şunları söylüyor: “Yarım asırdan fazla yakından izlediğim seçimler her zaman zihnimi kamçılamıştır. Günümüzde siyasi hayatın içerisinde değişik konumlarda yer alan kişilerin, kendilerine özgü gerekçelerle ülkeyi seçime götürmeye hazırlandıklarını, onların varlığını kendilerinin siyasi hayata girme sebebi gören yeni yüzlerin de bunun tam farkında olmadıklarını görüyorum. “Merak etmeyin, seçim yok” yatıştırmasını rehavete kapılmak için yeterli sayıyorlar. Kasım ayı ile birlikte zamanından önceye alınmış bir seçim ülke gündemine girebilir.Yazacak o kadar çok şey var ki… Ben yeniden başlıyorum, sizler de okumaya hazırsanız mesele yok.” Koru’nun sözleri böyle. Anlaşılan Kasım ayında ABD’de yapılacak seçimlerde Demokratların iş başına geleceğini düşünerek böyle söylüyor. Erken seçim konusuna gelelim. Erken seçim için iki seçenek var. Biri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın erken seçim kararı alması. Neden alsın? Bir siyaset büyüğüne bu soruyu yönelttiğimde “zınk” diye beni durduran bir cevap verdi: “Bu yeni sistem erken seçim karşıtı bir sistem. Seçim ancak Tayyip Erdoğan isterse olur. Tayyip Erdoğan siyaseti bırakacaksa seçim ister.” Haydaa! Erdoğan siyaseti bırakır mı? Türkiye Cumhuriyet’i için en hayati dönemde, “Adriyetik’ten Çin Seddi” hayaline ramak kala Erdoğan siyaseti bırakmaz. Bir de Erdoğan neden seçim istesin? Diğer taraftan erken seçim ancak milletvekili transferleri olur…AK Parti 240’ın altına düşer, MHP dahil bütün vekiller seçim isterse (yani 360 vekil) ancak seçim olur. Türkmen Beyi’nin rahatsızlığından hareketle MHP içinden de dışarıdan yapılan hesapları kimse unutmadı. Rabbim Türkmen Beyi’nin ömrünü uzun etsin. AK PARTİ NE KADAR SAĞLAM? Elbette ki çözüm Ak Parti’de… Peki Ak Parti ne kadar sağlam? Parti ve TBMM Grubunu ele almak gerekirse Erdoğan’ın yeni baştan dizayn edeceği görülüyor. İlk dizayn TBMM Başkanlığı seçimlerinde yaşandı. Külliye çevresinden aldığı bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tercihi son anda değil göreve geldiği günden bu yana Mustafa Şentop’du…Ne Erdoğan ne de Şentop bu durumu kamuoyu ile paylaşmadı. Ancak parti içinden bugüne kadar atanmayı bekleyen ve önemli görevleri bu anlayışla başarıyla yürüten Binali Yıldırım üzerinden “Ya TBMM Başkanlığı ya da Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı” gibi “olmazsa olmazı” gündeme getirerek algı yönetimi yapmaya kalkışanlar; Erdoğan’ı tabiri caizse çileden çıkarttı. Yine aldığım bilgiye göre Erdoğan; TBMM’nin Pandemi sonrası açılmasıyla Binali Yıldırım’dan aday olacağına ilişkin haberleri ters yüz edecek bir tavrın sergilenmesini bekledi. Erdoğan TBMM Grup Başkanvekillerini milletvekillerinin temayüllerini yoklamalarını istedi. Yoklama grup toplantısıyla değil birebir görüşme yoluyla yapıldı. Binali Yıldırım’ın çerçeveli resimlerini odalarında koruyanların tavrı açıktı. Ancak ipi göğüsleyen ismin Şentop olduğu ortaya çıktı. Bunu da elbette ki Erdoğan ve Bahçeli ile Cumhur İttifakı’nın kurulmasıyla daha etkin ve stratejik çalışması sağladı. Binali Yıldırım gibi mühendislik zekasına sahip bir siyasetçinin bu gelişmeleri görmemesi, hesap etmemesi imkansızdır. Grup toplantısında açıktan yapılacak temayül bir bakıma Şentop ile Yıldırım arasında değil, Erdoğan ve Yıldırım arasında olacak seçim olacaktı. Binali Yıldırım stratejik zekasını şu ifadeler ile gösterdi: “Ben niye aday olmadım? Grubum zarar görmesin, milletvekilleri üzülmesin, iki arada bir derede kalmasınlar diye… Bundan partimizin, Meclis grubumuzun zarar göreceğini düşünerek böyle bir karar aldım. Bu kadar açık ve seçik... Belki biz de zarar görürdük ama bizden ziyade milletvekillerimizin iki arada bir derede kalması çok hoş bir şey değildi.”
CILBIR USTASI TÜRKÖNE, AK PARTİ’YE KADIN ELİ Ak Parti Grup yönetiminde radikal bir değişiklik olur mu? Grup Başkanı Prof. Dr. Naci Bostancı’nın en yakın arkadaşı Mümtazer Türköne konusunda MHP Lideri Bahçeli’nin başlattığı tartışmaya kıyısından/kenarından bile bulaşmaması ilgi çektiği kadar manidar bulundu. Çünkü Bostancı’nın 1996’da yayınladığı “Işığın Gölgesi” romanın “Seçkin” isimli kahraman Mümtazer Türköne’den başkası değildi. Bostancı Seçkin’i şöyle anlatıyordu: “Seçkin’i düşünüyorum. O entrik bir zekâdır; her şeyi hesaplar, analiz eder. Duygularından çok aklıyla davranır. Kendini koruma içgüdüsü güçlüdür. Gerçekliği romantizme feda etmez... Nesnellikle bencilliğin birbirine karıştığı kişiliğine rağmen arkadaşları, sevdikleri için ne zaman nerde nasıl kendini ateşlere atacağı belli olmaz. Seçkin… Yavrum ya kaçış ya hapishane şimdi, başka tercihin yok. Dairenin dışındasın ama içindeymişsin gibi sorgulanacaksın. Olmayan imanını hesaba çekecekler. Hangi hikâyeyi dile getireceksin merak ediyorum. “Mavici değilim” diyemezsin, döneklik olur bu.” Unutmadan Mümtazer Türköne en iyi yemek olarak “Cılbır” yaparmış. Ak Parti’de Özlem Zengin ismi günden güne güçleniyor. Ak Parti Grup Başkanvekili olarak olaylara yaklaşımı, söylemi, kontr siyaset anlayışı, mücadeleci tavrı parti üzerindeki “ölü toprağını” silkeleyen bir görüntü veriyor. Ak Parti’de etliye sütlüye dokunmayan, “nasıl olsa Reis halleder” diyerek sergilenen tavan siyasetini ret eden taban siyaseti ile, birebir markaj, anında tepki ve çözüm üreten özlenen zengin bir siyasetçinin ayak sesleri duyuluyor. Erdoğan Grup yönetiminin değişimi için henüz talimat vermedi ancak Grup Başkanlığı’na yönelik stratejik olduğu kadar feminel bir tercih yaparsa şaşırmam…