Gürses: 'Limon da Satabilirim, Çaycılık da Yapabilirim'

-Sayın Ercan Gürses, sizi bu röportajda biraz gerilere, çocukluk yıllarınıza götürerek başlamak istiyoruz. Babanız nerede esnaftı, ne yapıyordu, esnaflıkla ilgili hatıralarınızdan başlamak istiyoruz. -Çok teşekkürler. Öncelikle ben 1972, Ankara doğumluyum. Babam Çıkrıkçılar Yokuşu, Samanpazarı’nda esnaftı. Ben doğmadan önceki ilk işi bardak dekoruymuş ama ben doğduktan sonra, kendimi bildikten sonraki yaptığı plastik imalatçılığıydı. Babamın plastik şişirme imalathanesi vardı. İşçilerle birlikte ben de çocukluğumdan itibaren, yedi, sekiz yaşından itibaren, hem imalathanede, hem satış yerinde dükkanda çalıştım. Babamın yanında çalışanlardan hiç farkı olmayacak şekilde bir fiil çalıştım. Onlar gibiydim, onlarla birlikte yedim içtim, onlarla birlikte mal taşıdım, onlarla birlikte plastik bidon imal ettim, yaptım, paketledim, hatta dükkanda duruyordum. Benim en çok dikkatimi çeken şuydu, Samanpazarı’ndaki dükkanı, yedi, sekiz yaşından itibaren babam bana emanet edebiliyordu. Malı ben satıyordum, kasada para vardı. O zaman şimdiki gibi değil, şimdi de belki öyledir ama esnaf birbirini tanıyordu, sahip çıkıyordu, dükkanı küçücük bir çocuğa emanet etseniz bile kimse onu kandırmaya, onun parasını almaya çalışmazdı, öyle bir durum söz konusu değildi. Çok güzel bir ortam söz konusuydu. Hatta şöyle söyleyebilirim, ben ilkokula başladım, üç dört ay tatillerde sürekli babamın yanında dükkanda çalışıyorum, sabahçıysam, öğlenden sonra babamın yanına gidiyordum, evden yemek alıp getiriyordum, aynı zamanda çalışmaya devam ediyordum, ortaokuldan üniversite yıllarına kadar böyle gitti.Babam başka işlerle de uğraştı plastikçiliğin yanında, bakırcılık yaptı uzun süre ,onun yanı sıra Kütahya çinisi alıp sattı. Yıllarca ben de orda babamla birlikte iş hayatını öğrendim En önemli ders bana şuydu, babamın yanında çalışan işçilerden benim hiçbir farkım yoktu. Onla çalışma açısından söylüyorum, her şey yaptım. Plastik imalatında çalıştım, çay demledim, müşterilere çay verdim, dükkana baktım, tüp taşıdım, bir sürü şey yaptım ve bundan hiçbir şekilde gocunmadım. Bana inanılmaz derecede faydası oldu, bu gün geldiğim aşamada gerçekten kendimi geliştirmeme o günkü ortam çok yardımcı olmuş bunu söyleyebilirim. “AYNI İŞİ YAPAN ESNAF, BİRBİRİNE MÜŞTERİ PASLARLARDI” -Bir esnaf babanın çocuğusunuz, babanızın bir öğretisi var, kasayı emanet ediyor, müşteriyle konuşturuyor. Birde bulunduğunuz yer Ankara’nın en köklü çarşılarından birisi Çıkrıkçılar Yokuşu. Orada kazandığınız öğretiler, babanızın kulağınıza küpe yapacak altın tembihatları nedir? -Birincisi güven, itimat konusunda o kadar net bir şekilde bilgim var ki o dönem bize gelen müşteriler bizden bir şeyler alıyorlardı, veresiye defterlerine zaman zaman yazıyorlardı, zaman zaman seyyanen ödemeler yapıyorlardı ve o ödemelerle ilgili olarak hiçbir zaman sorgulamıyorlardı. Ne kadar var? Ne kadar oldu? Ne kadar kaldı? diye soruyorlardı. Sadece yani acayip bir güven vardı. Şu anda düşünüyorum da, nerelerden, nereye gelmişiz diyorum. O güven ortamını çok özlüyorum ve bana çok şey verdi bu. İkincisi, babamın bana verdiği en önemli şey o dönem beni çalıştırıyordu. Şimdiki on beş, yirmi yaşındaki çocukların babalarının yanında da, diğerlerinin yanında da çalışmadıklarını görüyorum çoğu zaman. O yaşta çalışmanın, hem okulda benim o dönemdeki başarıma pozitif yönde etki ettiğini, hem de ilerleyen yıllarda yaşam disiplinine çok önemli katkısı olduğunu düşünüyorum. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum, bana verilen en önemli derslerden birisi buydu.Üçüncüsü O ahilik kültürünün hala orada yaşadığını hissediyorum mesela. O dönemdeki babamın jenerasyonundan çok kişi kalmadı, babam da rahmetli oldu ama mesela o süreç içerisinde şunu görüyordum, aynı işi yapan esnaf birbirine müşteri paslarlardı. Şimdi insanlar bunu anlamazlar. “ Sen siftah yapmadın, bu gün müşteriler senden alsınlar” derlerdi, benzer malları satan esnaf birbirini kötülemezdi. Müşteri daha önce ondan aldık, bu sefer size geliyoruz dediği zaman, o şöyle yapıyor, onun malı kalitesizdir diyerek, kesinlikle bu konuda bilgileri olsa bile onları kötülemezlerdi. “Onlar da bizim arkadaşımız, onlardan da alabilirsiniz” derlerdi. Bu inanılmaz bir yaşam dersi olarak karşımızda duruyor, geldiğimiz dünyada, o günün kültürünü görmek açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. MÜŞTERİ SANA AĞZIYLA EKMEK TAŞIYAN BİR KUŞ GİBİDİR. ”-Babanızın, “Oğlum müşteri ile şöyle konuşacaksın, böyle diyeceksin “ gibi öğretileri olmuştur. Tabi erkek müşterilerin yanı sıra kadın müşteriler de geliyor, herkesin derdi tasası farklı. Müşteri ile ilişki bir halkla ilişkilerin ilk dersi, belki meslek hayatında da bu etkili iletişim tekniğini çok rahat kullanıyorsunuz, o günden bu güne nasıl bir katkı oluştu? -Babam, “ Müşteriyi asla kırma oğlum” derdi. O dönem şimdiki gibi değildi, inanılmaz pazarlıklar yoktu, toptancılıkta yaptık ama fiyatı belliydi malın, kar marjı da çok makuldü. Babam, “ Ne olursa olsun, hayırda diyeceksen müşteriye çok makul de, kimseyi kırma, müşteriveli nimettir, müşteri sana ağzıyla ekmek taşıyan bir kuş gibidir, hani kuş yavrularına ekmek taşır ya, o sana ağzıyla ekmek getirir. Dolayısıyla o veli nimettir, hiçbir şekilde ona karşı sert, kaba, yaralayıcı hiçbir şey söyleme” derdi. O çok önemli bir hayat dersiydi benim için, tabi onlar halkla ilişkiler dersi için değil işin ahlaki boyutunu da düşünerek söylüyorlardı ama bunun şu anda da tam olarak uygulandığını görememek esnaf kültürü açısından bizi üzüyor, onu söylemek lazım, bu benim için önemli bir derstir. “GEÇMİŞİMİ HİÇBİR ZAMAN UNUTMADIM.” -Bu aktif gazeteciliğinizde, şimdi televizyonun Ankara temsilcisiniz, buradaki personelinize çalıştığınız ekibe çocukluğunuzdan kalan hangi anılarınızı öğütlerinizi aktarıyorsunuz ? -Doğrudan bir öğüt aktarma olmasa bile, şunu aktarmaya çalışıyorum, en azından yaşayarak göstermek istiyorum, on parmağın onu birbirini tutmaz derler ama ben mümkün olduğu kadar mütevazı yaşamaya çalışan birisiyim. Hasbel kader meslek bizi bir noktaya getiriyor. Muhabirlikten buraya kadar geldik, yarın ne olacağımız bilinmez ancak şu var ki, insan her zaman tevazu içinde olmalı. Her zaman her kademedeki insanla, en azından onunla birlikte empati yaparak yaşamalı. Bir muhabir arkadaşınla, sizde yaptınız bir dönem, muhabir gibi yaşamalısın, muhabir gibi düşünebilmelisin, onunla birlikte omuz omuza olmalısın, onunla birlikte konuşup, gülmeli, beraber bir şeyler yemeli, içmelisin bu son derece önemli. O insanların da seninle birlikte, o geçmişi yaşadığını hissetmeleri gerekiyor. Benim en korktuğum şey şudur, “Geçmişini unuttu, şimdi farklı davranıyor” demeleridir. İnşallah böyle demiyorlardır, böyle dememeleri için ben elimden geleni yapıyorum. Elimden geleni yapmamda şudur, geçmişimi hiçbir zaman unutmadım. Yedi yaşında nasıl müşterilere çay veren, imalatta makinalarda çalışan, işçi arkadaşlarımla birlikte yemek yiyen, babamın beni her şeye koşturduğu bir çocuktum, o zamanda ekonomiye bir katkım vardı, şimdide hasbelkader katkım var, bundan farklı bir durum yok diye düşünüyorum. Gazeteci Ercan Gürses, Çıkrıkçılar Yokuşu'nun tanınmış esnafı babası Abdullah Gürses ile... “İŞSİZ KALSAM; LİMON DA SATABİLİRİM, ÇAYCILIK DA YAPABİLİRİM.” -Bir esnaf ve sanatkar çocuğu olmak ne demek? Okuyucularımıza anlatmak isterseniz nasıl anlatırsınız? -Hayatı öğrenmek demek, yani orada hayatı öğrenmek çok önemli bir kavram bence. Hayatı çok küçük yaştan itibaren öğreniyorsunuz. Şimdi çevremdeki insanların çocuklarına bakıyorum, çoğu zaman o çocukların pamuklara sarılıp sarmalandığını görüyorum, bu onlara iyilik mi? Bence iyilik değil. O zaman düşünüyorum, babam bize hiç, tırnak içinde söylüyorum acımamış mı hayır, babam çok merhametli, çok vicdanlı bir insandı, karıncayı ezmemeye gayret ederdi, ama bizi hayatı öğrenmemiz için çalıştırırdı. Her şeyi yaptırırdı ve yanında çalışan her hangi bir insandan farklı davranmazdı, bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Onlarla birlikte aynı şeyi yerdik, aynı şeyi içerdik, aynı işi yapardık, bunun bana inanılmaz katkısı olmuş. Bunu şimdi düşünüyorum da, bence şu andaki insanlarında, esnafta olsa çocuklarını o şekilde çalıştırıp, hayata tam olarak hazırlamadıklarını düşünmüyorum. O dönem bize öyle bir katkısı olmuş ki ben şu anda şunu düşünebiliyorum, ne mutlu bana ki bunu düşünebiliyorum. “Ya Ercan, Allah’ın izniyle aç kalmazsın.” Bu gün bu işin var, yarın başka bir işin var. Çok amiyane tabiriyle belki pazarda limon satabilirim, kendimi o durumda hissediyorum. Pazarda limon da satabilirim, başka işte yapabilirim, çaycılık da yapabilirim. O dönemden kalan bir yetenek, iki elimde dört tane çay bardağını aynı anda devirmeden taşıya biliyorum. Çok enteresan bir örnek oldu ama o beni hayata hazırladı, genel anlamda söylüyorum bu çok önemli bir çok şeyi yapabilecek gibi hissediyorsunuz. -Ercan Gürses gitse bir bakır ya da porselen dükkanına, plastik satan bir dükkana, satış reyonuna otursa, satış yapabilir mi ? -Satış yapabilirim, çalışırım. Geçtiğimiz dönemden de gerçekten zaman zaman anıların kafamda canlandığı anlar da var, zaman zaman rüyalarımda kendimi eski dönemlerde hissediyorum, yaparım ama geçmişten farklı olur tabi, Gazetecilik yapmanın da etkisiyle biraz daha vicdanımızın bizi farklı noktalara getirdiğini düşünüyorum, belki o kadar ticari düşünemeyebilirim. Esnaf çocukları genelde ticari düşünürler, o yeteneklerini korurlar, o kadar kaldı mı bilmiyorum ticari yeteneğim, gazetecilik kafanızı farklı bir moda sokuyor ama her halde yapabilirim diye düşünüyorum. -BABAM, “ HER ZAMAN DÜRÜST OL VE DOĞRUYU ANLAT” DERDİ -Son sorum şu her mesleğin bir püf noktası var mesela bu bakırcılık mesleğinin, seramik, porselen satış mesleğinin püf noktası nedir. Malı alıp, satarken şuna dikkat edeceksiniz dediğiniz aklınızda kalan bir şey var mı ? -Babam, “ Her zaman dürüst ol ve doğruyu anlat” derdi. Şunu söyleyeyim, plastikçilikte toplama mal vardır, orijinal mal vardır. Bunu herkes anlamaz renkli de olsa orijinal malı parlaklığından gördüğüm anda ben her zaman anlarım. Sizinle birlikte bir plastik mağazasına gidelim, derim ki şu toplama, şu orijinal maldan yapılma. Müşteriye bunu söylemek zorundaydık biz, söylerdik çünkü toplama maldan yapılma bidona, “Lütfen içme suyu koymayın, eğer benzin, mazot gibi malzemeler koyuyorsanız alın” derdik, çünkü onlar daha ucuza mal olur, gıda maddelerini kokutma etkisi vardır, bunu doğrudan söylüyorduk mesela bu çok önemli bir şey . Yine aynı şekilde püf noktası dediğiniz zaman bakır mesela, bakır leğenlerde kenarlarını kuvvetlendirmek için demirli yaparlar onları o bakırın fiyatını düşürür ama mukavemet kazanması için yaparlar. Bir de Kastamonu bakırı vardır, demir kullanmadan yaparlardı o pahalı bir bakırdı. Dövme bakır vardır, dövme bakırı sıkılaştırır. O daha da mukavemetli olur yine aynı şekilde kalayın yapılma konusunda bazı teknikler vardır, kalaya kurşun kattığınız zaman onun çıkarması çok zorlaşır, bakırın değerini düşürür. Yine nikelajla ilgili bazı ince ayrıntılar vardır, onları hala biliyorum mesela, o püf noktalar çok önemli noktalardır. Yine Kütahya çinilerinde neyin basit işlemeler olduğunu, hangi kabartmaların el emeği gerektirdiğini, hangisinin daha pahalı olduğunu hala bu gün gördüğüm zaman anlayabiliyorum, sezebiliyorum neyin bakır, neyin pirinç olduğunu o günlerden, çocukluğumdan, ilk gençlik günlerimden kalan deneyimlerdir. Ama şunu söyleyeyim, babam her zaman şunu söylerdi; “ Oğlum neyin iyi, neyin kötü olduğunu müşteriye net bir şekilde anlat, müşteri hangi malın daha az kaliteli olduğunu bilsin, ona göre karar versin “ diye, her şeyi dost doğru şekilde söylemeyi ondan öğrendim gerçekten, Allah rahmet eylesin diyorum. Bu röportaj TESKOMB Dergisi için Hoton (Medya) Haber Ajansı tarafından yapılmış ve 2019 yılı Şubat sayısında yayınlanmıştır

Bakmadan Geçme