- Haberler
- Kültür Sanat
- Şimdi Bize Kaybolan Yıllarımızı Verseler
Şimdi Bize Kaybolan Yıllarımızı Verseler
Ardı ardına vefat haberleri geliyor… Mehmet Şevket Eygi, Şule Yüksel Şenler, Prof. Dr. Mustafa Kafalı… Bu isimlerin yazılarını okumuş, konuşmalarını dinlemiş, eğitiminden geçmiş neslin vefat haberleri üzerine yazdıkları yorumları, duygularını okuyunca bu başlıkta bir yazı yazmaya karar verdim. Şarkı öyle demiyor mu: “Şimdi Bana kaybolan yıllarımı verseler” Şule Yüksel Şenler; yakın tarihimizde izler bırakan bir kadın yazar olarak hafızalara kazınmış, mücadelesiyle belli bir yaş dönemine ilişkin fırtınalar yaşatmış bir kadın aktivist… Başı örtülü olunca ayrı bir önem taşıyor elbette. Yoksa yeni dönem başörtülü kızlar için Şenler çok da rol model bir isim olarak görülmüyor. Merak Edilen kızlar kitabımda, Ocak 2005 ayı içinde 103 kişi üzerinde gerçekleştirilmiş bir anket yayınlamıştım. Onun efsane olduğu dönemde yaşamamalarına karşın Şule Yüksel Şenler’i %8.7 oranında örnek seçenler, aynı oranda Hayrünnisa Gül’ü de seçtiler. Türkiye’nin ilk türbanlı milletvekili Merve Kavakçı ise %6.8 oranında destek aldı. Emine Erdoğan’ı kendilerine örnek seçenlerin oranı %1,9 iken Nermin Erbakan’da bu oran %1’e iniyor. Peki neden bu isimleri seçtiklerine gelince, bu soruya (53) katılım oranı da oldukça düşük. %28.9... “Her şartta beni temsil edebilmesi” %14.6, çok sosyal olması %7.8...Diğer seçeneklerin her biri “çok şık giyinmesi, örtünme şekli, politik duruşu” %1.9 oranında seçildi. Siyasal İslam hareketinin baş aktörlerinden Necmettin Erbakan’ın 1970’lerdeki partileşme hareketiyle birlikte tabanına eşi Nermin Erbakan’ı prototip yapmaya çalıştığını belirtmiştik. Ankete katılan öğrencilere “kimi örnek seçtiklerini” sorduk. Verdikleri cevaplarla politik kaygılarının olduğunu gösteren katılımcıların %66 oranıyla sıraladığımız isimlerin hiç birini kendilerine örnek seçmediklerini belirterek “hiçbiri” cevabını vermeleri bizi şaşırtan bir sonuç oldu. İslami hareketin yolu kadınlardan geçmesi nedeniyle İdealist kadınlar Derneği’nden geçmeyen siyasetçi kalmadı. Merhum Necmettin Erbakan “İslam ve Kadın “ konferanslarını vermeye bu dernekte başladı. Kadınlar yolu açtı erkekler yürüdü. “Birleşen Yollar” filmi idam edilen merhum Hasan Polatkan’ın eşi Mutahhara Polatkan’ın ikamet ettiği köşkünde çekiliyordu. Şule Yüksel Şenler filmin gayri İslami olmaması için “ben de sete gidip geliyordum” derken Mutahhara Hanım’ın “Kur’an’a göre erkekler kadını dövebilir diye savunuyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz?” sorusuyla karşılaşır: Cevap verir Cevap verir: “Kur’an’da “eşlerinize eziyet etmeyin” der. Bu tartışmalarda yanlış anlaşılan bir mesele var. Sertlikten hoşlanan, bundan zevk alan mazoşist kadınlar ve sadist erkekler var. İkinci mesele ise Kur’an erkeğin İslami olan isteklerine kadınların uymasını istiyor. Mesela erkeğin şer’li bir kadınla eşinin görüşmesini istememe gibi bir hakkı var. Eğer kadın buna uymuyorsa erkek iki kez ikaz eder, üçüncü seferde kadınla yatağını ayırır. Dördüncü seferde kadın hâlâ eşinin isteğine uymuyorsa kol ve bacaklarına, ruhunu incitecek şekilde vurur; yoksa şiddetle değil.” Benimsediği bu ruhsatın hayatını kabusa çevireceğinden habersizdir. Akit Gazetesi’nin ifadesine göre Şenler 32 yaşındaki iken, ilahiyat mezunu tiyatrocu Abdullah Kars ile evlenir. Fakat Şule Yüksel dayakçı kocasının baskısına ancak beş yıl dayanabilir ve kocası ile beş yıl sonra boşanmak zorunda kalmıştır. Boşanma İslami kesimde derin yaralar açmış, Abdullah Kars tiyatroyu bile bırakmıştır. Abdullah Kars’ın “Hz. Ömer’in Adaleti” isimli tiyatro oyunu binlerce kez sahne almış insanlar göz yaşları içinde tiyatronun sihirli gücüyle tanışmıştı. O dönem “Allah ve peygamberi tiyatro ile anlatmak” kolay iş değildir. Muhsin Ertuğrul, Necip Fazıl'a, "Senin tiyatro eserlerinde Allah'tan, Peygamber'den başka bir şey geçmiyor, nasıl Devlet Tiyatroları'nda sahne verebilirim ki?" diyerek perdeleri bu eserlere kapatır. Nasip Fazıl bunun üzerine "Allah ve Peygamber içinde geçmeyecek. Ancak onları anlatacak" dediği Reis Bey'i eserini kaleme alır yine Devlet Tiyatroları'ndan vize alamaz. Abdullah Kars “Hz. Ömer’in Adaleti” oyunla ilgili bir röportajında şunları söyler: “Bursa'da Hz. Ömer'in Adalet'ini oynuyorum. Gündüz bayanlara gece adamlara oynuyordum. Bayanlar matinesi hem çok kalabalık hem de çok heyecanlı oluyordu. En çok da etkilendikleri yer koca karı rolü ve feryatlar yükselirdi. Sadece oyun oynamıyorduk. Seyirciyi oyunun merkezine çekiyorduk. Birlikte ağlıyor, birlikte seviniyorduk. Sahne duygularımızın, düşüncelerimizin, toplamıydı. Oyunlarımızda gözyaşı sel olurdu.” “Hz. Ömer’in Adaleti” tiyatro eseri ise Devlet Tiyatrolarından vize alan ender eserdir. Bu işi sağlayan ise Ayten Gökçer’in eşi merhum Cüneyt Gökçer olur. Merhum büyük usta Cüneyt Gökçer destek vermiştir. Hz. Ömer rolünde oynayan ise Şanlıurfalı Şair Mehmet Oymak ‘Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği (TDED) Ankara Şube Başkanı) o günleri şöyle anlatır. “Tiyatro, dönemin en etkili tebliğ metodu olmuştu Hatta Ankara’da çalışmalar için 3 tiyatroda çalışmalar için imkân tanımıştı. Bir çalışmaya rastlayanlar, “Tiyatroda neler oluyor ?” hemen kıyameti koparmışlar, büyük makamlara şikayette bulunmuşlar. O günlerin şartlarında bu oyundaki İslami tema ve diyaloglar bile dehşetle karşılanıyordu. Büyük malamlar Cüneyt Gökçer’i arayarak, (Oyunda geçen Allah kelimesinden kinaye), tiyatroya Allah girmiş diye uyarıyorlar. Cüneyt Gökçer’in (bize nakledilen) ve bizde hayranlık ve şükran uyandıran cevabı: -Ben burada olduğum sürece, Allah da girer, peygamber de...” Şimdi kurumların, yönetimin, musluğun başında İslami kesimin muhafazakar tonu yüksek-zayıf insanları vardır. Devlet dairelerine, icraatlara “Allah adıyla, peygamber aşkıyla” sözler ile geliyor, açılışlar yapıyorlar. Birbirlerini konuşmalarda, yazılarda politik manevralarda eleştiriyor, Allah adına, peygamber isminin yüzü suyu hürmetine yerlere vuruyorlar. “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler” diyen şarkı sözlerinin esrarı burada ortaya çıkmıyor mu ? Allah’ın, peygamberin girdiği yerde yalan, dolan, talan, oyun üzerine oyun girer mi ? Yalan ve Kur’an aynı yerde olur mu ? Perişanlığımız, derbederliğimiz bundan değil midir ? Merhum Ahmet Şahin Hocama sormuştum: -Hocam Avrupa ülkelerine geldikçe etik kaygıları, ahlaklı davranışları, sanki Müslümanlarmış gibi Kur’an-ı Kerim’in istediği, Sünnetin ön gördüğü insanı görüyor gibiyim. Bunda bir yanlışlık yok mu ? -Evladım onlar önce insan olmuş. Biz insan olmadan Müslüman olduk diye kandırmışız. Şimdi soruyorlar: Kaybolan yıllarımızın hesabını kimden soracağız ?