• Haberler
  • Ticaret
  • Virüslü Dünya-2: Ne Değişecek Değil, Neler Değişmeyecek ki ?

Virüslü Dünya-2: Ne Değişecek Değil, Neler Değişmeyecek ki ?

Ancak hayat durmayacak. Yaşamaya devam edeceğiz. Yemek ve içmek zorundayız. İhtiyaçlarımız var ve bu ihtiyaçlarımızı karşılamak durumundayız. Tarlalar ve seralar ekilecek. Ürünler hasat edilecek. Paketlenecek, taşınacak ve dağıtım kanalları açık olacak ki, tüketiciler olarak bizlere ulaşsın. Marketler ve bakkallar açık olacak. Terziler ya da konfeksiyon atölyeleri işleyecek ki; giyinme ihtiyacımızı karşılayabilelim. Berberler ve kuaförler çalışmaya devam etmek durumunda, değilse mağara adamına dönmemiz an meselesi. Bugünden geriye gidip 1000 sene önce yaşama gözlerimizi açmış olsak, o günkü yaşam şartları ve gelişmişlik durumuna göre ulaşabildiğimiz eşyalar ve yiyeceklerle yaşamak zorunda kalırdık. O zamanki insanlar nasıl hayatta kalmayı başardıysa ve hangi imkanlara sahipse, biz de aynı şartlarda yaşardık. Ancak küçük bir nüans var: üç ay öncesine kadar dünya büyük bir köy gibiydi. İstediğimiz ne varsa elimizin altında sayılırdı ve istediğimiz her şeyi sipariş edip almaya imkanımız vardı.  Yok ya da uzak diye bir kavram yoktu. Bazılarımız için akşam yemeğini Paris’te Şanzelize’de yiyip, sabah İstanbul’da uyanarak işe gitmek hayal değildi. Milyonlarca insan, bir yılın yorgunluğunu atmak ve ailesiyle güzel bir tatil geçirmek için başta Antalya ve Ege sahilleri olmak üzere, dünya üzerindeki istediği tatil merkezine gitme imkanına sahipti. Kış aylarında, ülkemizdeki onlarca kayak merkezinde sezon boyunca doluluk oranlaraı %100 seviyelerinde seyrediyordu. Bilgisayar ve iletişim hayatımızın içine yerleşmiş, sosyal hayatımız, sosyal medya haline gelmişti. İnsan sayısından fazla akıllı telefon ve tablet sayesinde, hayatımızın en vaz geçilmez parçası olmuşlardı. Gazeteler, yazılı basın olmaktan vaz geçmeye ve sanal ortamda yayın yapmaya başlamışlardı zaten. Öyle yaman bir çelişki ki; yaşadığımız virüs salgını konusunda bile kullanmak zorunda kaldığımız bir sosyal ağ mekanizması var. Dünyadaki bütün vakaları anında kayıt altına alıp, bir merkezde toplayan, buradan bütün dünyaya duyuran, her ülkenin kendi sınırları içerisinde virüse maruz kalmış insanları takip altına alıp izleyebilen ve gerekli uyarıları anında aktive edebilen bir sistem. Bununla da yetinmek yerine, sağlığımız ve güvenliğimiz için akıllı çip uygulamasını yaygınlaştırarak bütün insanların bir merkezden takip edilebildiği bir dönemin gelmesini hararetle savunan insanların sayısı hızla artmaktadır. Sağlık ve güvenlik ihtiyacımızın suiistimal edilerek, en çok önem verdiğimiz hürriyet ve özgürlüğümüzden gönüllü olarak taviz verecek duruma getirilmekteyiz sanki. Lokal olarak Filistin topraklarında ve yaygın şekilde de Çin’in bazı şehirlerinde kullanılan dijital takip sisteminin ne kadar önemli ve yararlı olduğuna inandırılmış gibiyiz. Harari’nin 15 yıl önce duyurduğu bir dönem geliyor gibi. Cüneyt Zapsu ne diyordu Davos’da? “Belki de bizim neslimiz, kendi iradesi ve aklıyla seçim yapan son nesil olacak. Çocuklarımız da belki bizim gibi yaşayacak ancak bundan sonraki nesil artık bir merkezden ve elit bir grubun yönettiği, bilişim teknolojilerine esir olmuş ve aklı ve iradesi olmayan bir nesil olacaktır, mealinde şeyler söylüyordu. Hayal gibi! Ancak gerçekten uzak değil. Daha doğum anında bileğine ya da vücudunun bir yerine çip yerleştirilmiş, aldığı her nefes, attığı her adım, hayatının her anı kayıt altına alınan, uydu sistemleri sayesinde kendi seçimlerini yapmak yerine ne yapacağını, nereye gideceğini, ne yiyeceğini, neyi düşüneceğini ve neyi seçeceğini kontrol altında tutan bir sistem olması kaçınılmaz olacaktır. Dahası, bu sistemin başında ise, bir avuç siyasi yönetici ve bilişim uzmanı olacaktır. Küçücük bir virüsten nereye geldik diyenleri duyar gibiyim. Ancak izleri takip etmek yeterli. Hadi biraz beyin jimnastiği yapalım. Virüs salgını esnasında neredeyse bütün sağlık bakanlıkları benzer bir uygulama geliştirdiler. Sadece virüse bir şekilde bulaşmış ya da tedavi görmüş birisiyle irtibat halinde olan insanları takip etmek için kullanılmaktı amaç. Nerede olduğu, etrafında kimler olduğu, etrafında bulunan insanlardan virüse temas etmiş birisi olup olmadığı, hangi market ya da AVM yakınında olduğu, en yakın sağlık kuruluşu ya da eczaneye uzaklığı ve elbette virüsle ilgili bazı bir takım ilave bilgiler verilecekti. Ayrıca karantina uygulamasına tabi olan birisi için de bu uygulama zorunlu olacak ve evinden çıkıp çıkmadığı ya da karantina alnından ne kadar uzaklaştığı takip edilecekti. Şimdi başka şeylerde uygulamaya eklenmeye başladı. Mesela maske talebinizi de buradan yapabileceksiniz. Bu arada milyonlarca meraklı da dünya üzerindeki salgının seyri, kaç vaka var, kaç ölüm olmuş, kaç kişi iyileşmiş, virüs yoğun olarak hangi ülkelerde görülmekte, şehrimde veya mahallemde kaç vaka var gibi bilgilere sahip olmak isteyen milyonlarda bu uygulamayı telefonlarına yüklemekte ve dahası bu uygulamanın reklamını yapmaktadırlar. Bütün bunlar normal gibi algılanıyor olabilir. Daha dün, sağlık verilerimiz ya da nüfus ve vatandaşlık kayıtlarımız hatta bankalardaki finansal bilgilerimiz risk altında diye korku ve endişe içerisinde yaşarken, şimdi bütün bilgilerimizi kendi elimizle ve gönüllü olarak bütün dünyayla paylaşmakta sakınca görmüyoruz ve daha vahimi bu durumun yaygınlaşması için de çaba sarf ediyoruz. İbadet edebilmek için bile e-devlet üzerinden başvuru yapılıp bir kod tahsisi ile camiye girmeyi teklif ediyoruz. Bir an için, bu ya da benzeri bir uygulamaya siyasi partilerin de sahip olduğunu düşünelim. İktidardaki siyasi partinin elindeki iktidar gücünü de kullanarak, Yargıtay’da tutulan siyasi parti üyeleri listesi ya da kendi veri tabanındaki üye bilgileri doğrultusunda, üyelerine bir uygulama gönderdiğini var sayalım. Bu uygulama ile, her üye, hangi siyasi parti üyesi ile yan yana yürüdüğünü, oturduğu apartmanda kimlerin kendi siyasi partisine üye olduğunu ya da hangi partiye üye olduklarını bilmesinin mümkün olduğunu, ziyaret ettiği akrabalarının da ha keza aynı şekilde siyasi tercihleri konusunda bilgilendirildiğini, emniyet güçlerinin ve askerlerin elindeki bir yazılımı kullanarak hangi din, mezhep ya da siyasi düşünceden birisi ile muhatap olduğunu bilmesinin mümkün olduğunu, hangi mahallede, hangi apartmanda veya evde kimin siyaseten nerede olduğunun bilinmesinin mümkün olduğunu hayal edin. Nasıl olurdu böyle bir dünya? Başlangıçta, basit bir sağlık kontrol sistemi gibi düşünülen masum bir uygulamanın nerelere kadar uzanacağını hayal etmek bile dehşet verici. AVM’ler, berberler, eczaneler, hastaneler, mağazalar, devlet kurumları, otobüs ve uçaklar gibi ulaşım araçlarının kullanımı konusunda, virüsle mücadele esnasında kullanılan daha az yoğunlukta müşteri kabulü, bundan sonra da hayatımızda uzun bir süre olacak gibi. Bu durum sadece buralarda değil, belki de tatil bölgelerinde de aynı uygulamaya gidilecek. Mesela bir kayak merkezinde sosyal mesafe kuralına uygun olarak kalabilecek insan sayısı ya da bir sahilde en fazla kaç kişinin bir arada bulunabileceği gibi kurallar getirilecektir. Bu durumda tatillerimizin bir şekilde kontrol altına alınmasını gerekli kılacaktır. Kim ne zaman tatile gidecek, nerede olacak, saat kaçta kendisine sıra gelecek, yemeklerini nerede ve nasıl yiyecek, orada kaç gün kalacak, hangi ulaşım aracını kullanacak gibi hususları organize eden bir kurumsal yapıya ihtiyaç duyulacaktır. AVM ve mağazalar açıldı varsayalım. Kontrollü müşteri alımı uygulanıyor. Bir müşteri içeride alış veriş yaparken diğerleri içeriye alınmıyor. Zaten ana girişte AVM içerisinde aynı anda kaç kişinin olacağı belirlenmektedir. Mağazalara giren müşterinin, her şeye dokunması, seçmeye kalkışması hele de deneme kabinine girip almak istediği giysiyi denemeye kalkması artık mümkün olmayacaktır. Zaten müşteri sayısı sınırlıyken, bir de gelen müşterinin bir süre bakıp sonra da alış veriş yapmadan çıkmaya kalkıştığını düşünelim. Bir süre sonra ortaya çıkacak kaosun boyutunu düşünebiliyor musunuz? Yıllar önce görev yaptığım bir ülkede, mağazaya girip bir gömlek ya da tişörtü görmek istediğimde, satıcı kızlar “alacak mısınız?” diye sorarlardı. “Bakayım da öyle karar vereceğim” dediğinizde, “kusura bakmayın, öyle olmaz, alacaksanız açıp bakabilirsiniz” derlerdi. O gün bana ilginç gelen bu durum, bundan sonra ülkemizde ve neredeyse bütün dünyada yaşayacağımız hal olacaktır. Muhtemelen, mağaza mağaza gezip, hoşuma giden bir şey varsa alırım diye gezmeyi ön planda tutan müşteriler için “kara liste” uygulaması başlayacaktır.

Bakmadan Geçme