Fehmi Çalmuk

Devletin Cübbeli İslam İlmihali

Fehmi Çalmuk

Cübbeli diyorlar ya; ne yargı mensubu ne de öğretim üyesi…Ne de Diyanet’te resmi görevi ve ünvanı var. Milyonları etkiliyor, yönlendiriyor. Covid 19’un yaygınlaşmadan önce geçen yılın Aralık ayında camide cemaatin fiziki mesafeye göre oturmasını, musafaha yapmamasını, hijyene uymasını istemişti.

Cübbeli, 15 Temmuz’dan bu yana sokaktaydı. Devletin hizmetinde, Cumhuriyetin yanında, ehlisünnet müdafaasındaydı. Ehlisünnet deyince açıkça belirteyim:  Ehlisünnet fıtridir, korumaya ve müdahaleye ihtiyacı yoktur. Yeni bir seferberlik emri, yine nöbet yeri belli edildi. Nakşibendi bir derviş ve alim olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarına, devletin belgesiyle konuşup yakın ve açık tehlikeye, bir iç savaş tehditine karşı kendisini açık hedef yaptı. Bu tavır nereden bakarsanız bakın devlet adına dini cemaatlerinin terbiye edilmesine yönelik bir hamledir. Devlet ilk işaretlerden birini Cübbeli eliyle, diliyle yaptı. Mızraklı İlmihalin yeni hali Devletin Cübbeli İlmihalidir. Müellifi bellidir. İrancılık, Vahhabilik ve Selefilik akımlarına onun değimiyle “yapılanmalarına” dikkat çekmek için taşın altına elini değil neredeyse bedenini koydu. Görünürde Selefiler ancak Türkiye’de yıllardır güçlü olan bazı yapılanmalara el altından deşifre etti. İmam Hatiplere “İmamı hatap” (odun imam) diyen Diyanet imamları arkasında “Darül Harp” diyerek namaz kılmayan, Cuma namazlarının kendi mescitlerinde kılan, faiz alış verişine cevap veren, başı açık kadınlara “Cariye” fetvası veren selefi olmayan cemaatlere de; “kızım sana diyorum gelinim sen anla” kabilinden seslendi. Topyekün bir saldırı karşısında cılız da olsa ehli sünnet adına bir müdafaa var. İşin garibi ve acı hal şudur: Cübbeli Hoca’ya ne alimlerden, ne İslami cemaatlerden, İlahiyat Fakülteleri’nin akademik kadrolarından ne de din iman konusunda mangalda kül bırakmayan STK’lardan ne bir destek ne de açıklama geldi. Dört maymun oynanıyor. Bilmiyorum, görmedim, duymadım bir de umurumda değil…Yani; Lay, loy, lom… Özdemir Asaf  “Ülkeler vardı, insanlar bavulları taşıyordu; bir de ülkeler vardı, bavullar insanları taşıyordu” demiyor mu? Aynı durum sevgili Abdurrahman Dilipak için de geçerli… Hal böyle giderse, Gladyo’nun İslamcıları tarafından iç savaş senaryosu sahneye konulmak isteniyorsa Cübbeli Ahmet Hoca’yı da Abdurrahman Dilipak’ı da Rabbim muhafaza etsin… Onlara gözümüz gibi bakmalı, zalimlerden, hainlerden korumalıyız. Uzun bir zamandır devletin tepeden tırnağa yeniden yapılandığını, devletin dini hayatı ve dini cemaatleri zapt-ü rapt altına alınacağını yazıyoruz. Yazdıklarımız bazılarına “şırdan kebabı” gibi gelse de Erdoğan ne eski Erdoğan’dır ne de Ak Parti eski Ak Parti’dir. Devlet yeni baştan kuruluyor, tepeden tırnağa dizayn ediliyor ve devleti kuran irade yeni tecrübeleriyle yeniden Cumhuriyet diyorsa; devletin yeni partisi Cumhuriyetçi Ak Parti gibi faaliyet gösterecektir. Bu gün görünen “milletin adamı Erdoğan şimdi devletin adamı” olmasıdır. Bir dönem Vehbi Dinçerler, merhum Turgut Özal’ın yüzüne   "Otantik Özal yerine Muaddel Özal geldi " demişti. Şimdi de bizim/sizin bildiğiniz Otantik Erdoğan gitmiş yerine Muaddel Erdoğan mı gelmiştir?

15 Temmuz İşgal Girişimi Devam Ediyor Peki, daha Türkiye şu soruyu sormamış, gündemine getirmemiştir. Bu kadar selefi yapılanma ve insan nereden çıktı? Buna cevap olarak yarın bir gün biri çıkıp; “Ak Parti de selefilerin işgali altında, Ahmet Davutoğlu’nun siyasi hareketi selefilik geleneğinin fikri temellerine üzerine kuruldu, Selefilik anlayışının yıllardır Diyanet’in bilinçli bir tercihi ile pik yaptı,  İkame olarak kurulan DEVA Partisi’nin resmi din anlayışı Maturidilik üzerine inşa edildi” derse, bu görüşleri ileri sürerse kim ne cevap verecek? Ya din? Bugün din noktasında gelinen nokta da ortadadır. Önümüzde ehlisünnet karşıtı bir ittifakın 15 Temmuz işgal girişimi vardır. Bu girişim uzunca bir süredir “Protestan İslam” oluşturma gayreti içinde olan FETÖ’nün, Hadis karşıtlığıyla, Hz. Muhammed Efendimiz olmadan İslam olma gayretindeki RADO (Radikal Din Ortakları)nın girişimidir. 27-28 Mart 2010 tarihlerinde Mardin’de, “Barış Diyarı Mardin” başlıklı düzenlenen sempozyum bugünkü İŞİD’in selefi örgütlerin ilham kaynağı işgal edilmiş toprakların müdafaası için cihat kararını etkilemiştir. Bir süredir Maturidilik sempozyumlarının arkasında dönem dolapları yazan çizen biri olarak Mardin’deki sempozyumun İbni Teymiyye fetvası üzerinde şekillendirilmesini sağlayan kimler olduğuna bakarsanız  işin rengini daha iyi anlarsınız: Türkiye’nin İngiltere Büyükelçiliği vasıtasıyla, merkezi İngiltere’de bulunan Küresel Yenilenme ve Rehberlik Merkezi (GCRG), Canopus Danışmanlık ve Mardin Artuklu Üniversitesi…

 Din Eğitimi ve Öğretimi Milli Güvenlik Sorunudur Cübbeli Ahmet hoca, Selefilik tehditi karşısında “Milli Güvenlik Sorunu” sözlerini söylüyor. Millet çelik çomak oynarken bundan 23 yıl önce Çankaya Köşküne çıkarak Cumhurbaşkanına sunduğumuz raporun başlığı şöyleydi: -Din Eğitimi ve Öğretimi Bir Milli Güvenlik Sorunudur  Anlatayım: Merhum Süleyman Demirel 28 Şubat döneminde İmam hatip liseleriyle ilgili hiçbir açıklama yapmadı. Ta ki Çankaya Köşkü’nde İmam Hatipleri kabul edene kadar... Kısa adı ANİMDER olan Ankara İmam Hatip Liseleri Mezunları Derneği Yönetim Kurulu’ nu kabul eden Demirel görüşmeyi basına açık yapmamıştı. Dernek başkanı olarak konuştuktan sonra Demirel elimi tuttu ve şöyle dedi:  -Başkan bir şeyi unuttun! “Neyi unuttuk” şeklindeki cevabımı beklemeden sözlerine devam etti. -Demeliydin ki; siz İmam Hatipleri 24’den 200’e çıkarttın. ‘Siz İmam Hatiplerin hamisisiniz, babasısınız’ bunu söylemeliydin! Demirel “İmam Hatiplerin hamisi” olarak başladı söze...  “Ben iş başına geldiğim zaman bu okullardan 24 tane idi. Bıraktığımda 400 tane idi. Bu okulları açtığım için eleştirildim. Beni eleştirenler gitti. Din dersini zorunlu yaptı (12 Eylül yönetimini kastediyor) Bunu halk biliyor. Bizim amacımız herkesin dinini öğrenmesidir. İmam hatip liselerinden mühendis, doktor çıkmalı. Bu okulların üniversitelere girmesini biz sağladık. Bakın bugün 10 binlerce insan babasının cenaze namazını kılmaktan aciz. Farz-ı Kifaye olan cenaze namazını kılmayı bilmiyor. Bu ülkede neyin yapılıp yapılmayacağını en iyi ben bilirim. 1949’a kadar İmam hatip yetiştiren okullarımız yoktu. Şimdi bir fırtına yaşanıyor. Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede kimse dinsizliği savunamaz. Sünni devlet geleneğinin korunması için din eğitimi ve öğretimi gereklidir. (Bunu iyi yazın. ‘Bu devletin gizli anayasasıdır.’ Diye seslendi.) Size bir takım haksızlıklar yapılmış olabilir. Bu haksızlıklara karşı tepkinizi yumuşak şekilde yapın. Sert bir üslup kullanmayın. Dini, devleti ve vatanı kurtarma iddiasında olmayın. Dinin sahibi Allah’tır.  Bir zamana kadar her şey normal gitti. Sabırlı olun her şey düzeltilecek. Camiye okula kışlaya siyaset girmeyecekti. Girdi. Bu sizin imajını zedeledi. İmajınızı düzeltin.” [caption id="attachment_57265" align="alignleft" width="300"] Fehmi Çalmuk başkanlığında ANİMDER heyeti[/caption] Bizim verdiğimiz raporun başlığı “Din eğitimi ve öğretimi bir Milli Güvenlik sorunudur.” İdi. Demirel, bu raporu aldı. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine gönderdi. Oradan gelen iki albay bizimle görüşüp isteğimizi sordu. Biz raporda belirttiğimiz konu başlığını tekrarladık: “Din Eğitimi ve Öğretimi Sempozyumu toplansın”. Türkiye’de ilk kez MGK öncülüğünde bu sempozyum gerçekleşti. O dönemin akredite kurumları çağrıldı. Önemli bir adım atılmıştı. Erbakan’dan Farklı Bir Özal-Demirel Yorumu Demirel ile görüştüğüm gün merhum Başbakan Erbakan’ın özel kalem müdürü beni arayarak akşam namazında Hamidiye Camii’nde olmamı istedi. Namaz bitti. Başbakan Erbakan beni makam arabasına davet etti. Radyoda müziği açtırarak şoförü dışarı çıkarttı Başbakan merakla sordu: -Çankaya’da Cumhurbaşkanı ile ne konuştunuz? Teker teker görüşmeyi anlattım. Raporu, takdim ettiğimiz afişleri gösterdim. Çok hoşuna gitti. Güldü ve şöyle konuştu: “İlk önce sizin bu ziyarette bulunmanız, rapor vermeniz, afişlerinizi takdim etmeniz çok isabetli bir hareket olmuştur. Tebrik ederim. Biz mücadelemizi demokratik yoldan yapacağız. Ancak dikkat etmen lazım. Bu Demirel’i en iyi ben bilirim. Kırk yıldır tanırım. Eskiden TRT’de bir yarışma vardı. Yarışmacılar kare şeklindeki alanda yürüyor, yeşil yanarsa devam ediyor, kırmızı yanarsa eleniyorlardı. Merhum Turgut Bey (Özal) imani konularda hep yeşile basmaya dikkat etmiştir. Ancak Süleyman Bey inadına hep kırmızıya basar.” Karamollaoğlu Hilafeti Neden Farklı Yönden Yorumladı? Bir süre önce Saadet Partisi Genel  Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun hilafet hakkında söylediği sözler yeniden hilafet tartışmasını alevlendirmişti: CHP’nin kanalı olan Halk TV’de Şirin Payzın’ın ‘Türkiye’de tekrardan bir hilafet ve İslam Cumhuriyeti olabilir mi?’ sorusuna şu sözlerle yanıt verdi: “Türkiye’de hilafet vardı aslında da bu arkadaşlar kaldırdı. Hilafet kaldırılırken Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği bir söz vardı; Hilafet. TBMM şahsı manevisinde mündemiç olduğu için kaldırılmamıştır. Yani hilafet kalkmadı. Siz (AK Partililer) Meclis’in gücünü ortadan kaldırınca hilafeti siz yok ettiniz.” Ancak 681 nolu “Hilafetin ilgasına ve hanedanı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun” hükmünde şu ifade yer alıyor: “Halife haledilmiştir. Hilafet hükümet ve cumhuriyet ve onun mana ve  mefhumunda  esasen mündemiç olduğundan Hilafet Makamı mülgadır.” Hilafetin kalktığı gün Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Aracına kırmızı plaka takıldı. Yani “hilafet Cumhuriyet’in ruhunda, anlayışında, ona hizmet edecek yetki hükümettedir” kararı ilan edildi.. Din Eğitimi Kodları da Değişiyor Şimdi Erdoğan hükümeti bu kozu etkin bir biçimde kullanmaya karar verdi. Uygulamaya da geçti. Cübbeli’nin bugün yaptığı Lozan’da Türkiye İslam Devleti olarak kabul edilmesinin kurucu felsefenin irade beyanı değil midir? Türkiye Müslümanlığı kaldığı yerden devam ediyor. Sünni, Hanefi, Nakşibendi, Türk… Hanefilik anlayışında zulme rızanın zulüm olduğu, zalim hükümdara itaat edilmemesinin gerektiği, bu duruşun Maturidilik ile güçlendirildiği dikkate alınırsa Türkiye’de Diyanet’in uygulamasının daha sonra “Eşari” itikadına uygun bir model olduğu da görülecektir. Cumhuriyet tarihinden ellerini güçlendiren önemli örnekler de var. Mustafa Kemal’in Milli Mücadele ve sonrasında ilginç bir Ehli Sünnet müdafaası yaptığını da belirtmeden geçemeyeceğim. Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına karşın Norşin (Güroymak), Tillo (Aydınlar) Medreselerinin neden inadına açık bırakıldığının araştırılması gerekir. Anadolu’ya Şia’nın yayılmaması için bu medreselerin nasıl bir “Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır” felsefesine sahip olduğunu görülmesi gerekir. [caption id="attachment_57266" align="alignright" width="300"] Nakşibendi Tarikatı Şeyhi Mahmut Usta Osmanoğlu ve Cübbeli Ahmet Hoca[/caption] Bağımsız Türkiye üst başlığı içinde kimler saf tutuyor, yeniden imara taş taşıyor, tuğla koyuyorsa tarih önünde, millet önünde minnet ve saygı ile anılacaktır. Elbette, devlet içinde, bürokrasi içinde, kimi parti içinde işbirlikçiler, Brütüsler, manda ve himayeciler Apakurya Maskaralığı yapmazsa!  

Yazarın Diğer Yazıları