Erdoğan'a 'Ahiretini Yakma Tayyip !' Dediler
Uzunca bir zamandır ısrarla Türkiye'nin iç politik değişiminin 'Din' üzerinden olacağını yazıyorum.2019 yılında yapılan yerel seçimlerde özellikle İstanbul. Ankara başta olmak üzere bazı büyükşehirlerde seçmen iradesini CHP adayı lehinde değiştiren dini cemaat ve tarikat örgütlenmeleri 2020 yılında kendilerini belirgin/belirleyici/besleyici bir şekilde gösterecektir. Bu aşama son günlerde yapılan konuşmalar, sübliminal mesajlar dikkate alınırsa bereketi olmayan bir hareketlenmeye hazır olun. Ben buna kısaca 'Belaya kuşanma' diyorum.
Her ne kadar 'Türkler Geliyor' sinema filmi 'Diriliş' dizisinin etrafında dolandırdığını gösterse de Orta Asya'dan, Anadolu coğrafyasından alınan mücadele Balkanlar'a taşınmış durumda. Repliklere hiç girmeyeyim. Söylenecek çok söz var. Ancak filmde Katolik Kilisesinin Begomiler'e yönelik baskısı sonucu Fatih Sultan Mehmet'in akıncılarıyla birlikle Sırp Kralı Lazar'a yönelik mücadelelerini konu alan sinema filminde ilginç bir mesaj var. Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşmasına bile yıllar öncesinden Ortodokslar ve Türk ilişkisi/dayanışması gündeme getiriliyor.
Sinema filinde Begomiler'i temsil eden 'Alina'nın Sungur Bey'e yardımı ve onun inanç ve dirayeti karşında dinini değiştirme isteği su sözlerle aktarılıyor:
-Ben de Türk olmak istiyorum !
Begomi Alina, İsmet Özel'in yıllardır dile getirdiği 'Kafirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk denir' tespiti doğrularcasına 'Ben Müslüman olmak istiyorum' şeklindeki isteğini 'Türk olmak istiyorum' şeklinde söylüyor. Bu söz Türkiye'nin yeni dönemin siyasi hayatı kadar gelecek beklenilen bir mücadelenin tahkimatını yapması bakımından çok önemli.
Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet Hoca) İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültesi'de eğitimlerin Mısırlı reformist ekolden Şia ve Selefilerin etkisinde kaldığı Maturidi ve Hanefi merkezli Osmanlı geleneğinin korunmadığı, 'Deist ve Ataisler çıkıyor' görüşünde. Cübbeli Hoca'nın konuşmasının özeti şöyle:
'İki bin üstünde Selefi dernek var, Silahlanmanın önüne geçildi. İranvari örgütlenmeler var. Cıngar çıktığı zaman üç-beşli çıkacak. Tehlike boyutuna gelmeden tedbir alsınlar. İç savaş körükleniyor.'
Güncel iki gelişmenin ışığında Türkiye'nin yeniden kaşınarak sorun oluşturma çabasına girilecek bir konusuna daha değinmenin zamanı geldi. Geçen hafta www.esnafhabertv.com'daki yazımızda Ak Parti'den ayrılan Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan'ın 'Alevilik açılımı'nı gündeme getirmiştim. Bu konuya derinlemesine girmenin vakti geldi .
Alevilik Açılımı Nedir?
Erdoğan'ın Kürt sorunu ile aynı dönemde gündeme getirdiği Alevi açılımı daha sonra yılan hikayesine dönen bir konudur. Konunun bugünlerde yeniden gündeme gelmesini tetikleyen İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi'nin aldığı karar ile cem evlerinin ibadethane statüsüne alınması olayıydı. Esasen 2009 yılından bu yana Alevi çalıştaylarının Ak Partili eski bakanın değimiyle 'top sektirmeye' döndürülmesi Erdoğan'ın tarikat ve tasavvuf camiası ile ilahiyatçı akademisyenler tarafından korkutulmasıyla sağlandı. Korkutma derken 'Ahiretini yakma Erdoğan' sözleri…
Olayın daha sonra FETÖ'nün kurdurduğu sivil toplum örgütleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki nüfusu devletin çözüm noktasında işe bigane kalmasını sağladı. İşin ilginç yanı devletin istihbarat yapısının Kürt sorununun çözülmesinden sonra Alevi sorunun çözülmesini istemesinin altında 'Yakın ve açık tehlike' görülmesi olayı vardı. Kürtlerin bölücü ayrılıkçı yapılarını silahlı örgütle sağlamaları karşısında Aleviler'in devletin bütünlüğüne karşı silahlı eylem içinde olmaları mevzubahis bile değildi. Anadolu Alevileri silahlı mücadeleyi şiddetle ret etti. Devlete, ülke bütünlüğüne sahip çıktı.
Devletin zihin kodlarında Dersim olayları diri dursa da TİKKO dışında silahlı örgütün Alevi haklarının savunuyor gözükmesine bir de PKK terör örgütünün propagandaları eklendi. FETÖ terör örgütünün devletin Alevi açılımını baltalaması, hedefinden saptırması artık devleti yönetenlerin gözünde Alevi açılımını gerekli olduğu kadar zor ve çözümsüz bir konu klasörünün açılmasına neden oldu. Gezi olaylarında öldürülen isimlerin bir çoğunun Alevi ortak paydasında buluşması ve olayların gerçekleşmesinde istihbarat destekli örgütlerin Alevilerin taleplerini diline dolamaları çözülmesi bekleyen dosyalar arasında bu başlığın yer almasını sağladı. Artık Alevi açılımı klasörden çok rafları dolduran dosyalar olarak karşımızda duruyor.
CAMİ-CEMEVİ KARŞILIĞI MI?
Erdoğan Başbakanlığı döneminde Alevi Çalıştayı'nı devlet millet kaynaşmasının bir gerekliliği olarak gündeme getirmiş, Muharrem İftarlarına katılmış, cem evlerini ziyaret etmişti.
2007 yılında partisinin İstanbul mitinginden sonra Zeytinburnu Eriklibaba Kültür Derneği'ni ziyaret etti. Dernek Başkanı Metin Tarhan sohbet sırasında Başbakan Erdoğan'a 'Özellikle cemevlerinin ibadethane olarak yasal statüye kavuşturulması için sizden destek bekliyoruz' talebine Erdoğan şu cevabı vermişti:
'İbadethane denilince cami algılanıyor. Cemevlerinin ibadethane olarak yasal statüye kavuşturulmasını bilim adamlarının değerlendirmesi gerekir, toplumun buna hazırlanması gerekir, hemen olmuyor. Sorunları iktidarda çözmenin çabası içinde olacağız. Çözüm için farklı kesimlerin birbirleriyle yakınlaşması gerekir'
Alevi derneklerinin bir bütün halinde hareket etmedikleri biliniyordu. Erdoğan hangi grubu muhatap alsa diğer grupta itiraz yükseliyor, farklı talepler geliyordu. Talepler yalnızca 'Cemevleri ibadethane kabul edilsin' teklifinde kalmıyor, Alevilik kültürünün din ve ahlak bilgi dersinde genişçe yer bulmasından tutunda zorunlu din dersinin kaldırılmasına kadar gidiyordu. Alevi dedelerinin yasal statüye kavuşturulması, maaşlarının devlet tarafından ödenmesi gibi talepler liste uzayıp gitti.
Din dersinin zorunlu olması 12 Eylül askeri yönetiminin emriydi. O dönemde MSP'lilerin MC hükümetlerinde yapamadıklarını 12 Eylül'ün generalleri gerçekleştirmesinden başka bir şey değildi.
Erdoğan 2012 yılında ise kaçak bir cemevi inşaatıyla ilgili şunları söyledi:
'Aleviler Müslüman'dır diyenler var, değildir diyenler var. Aynı zamanlarda bir de bunların içinde Ateist olanlar var. Eğer biz müslümansak bir alevi olarak, o zaman Müslüman'ın ibadethanesi tek olması lazım. Cemevine karşı olduğumu söylemiyorum. Mesela Türkmen Alevi'leri camiye gelirler. Ama bağıran çağıran tipler var ya. Camiyle cemevi ile alakaları yok. Ama cemevi konusunda bir çok arkadaşımın olumlu yaklaşımı vardır.'
Ahiretini Yakma Tayyip !
Erdoğan Alevi açılımıyla ilgili çalışmaları başlattığı dönemde Emin Saraç'ın organizesiyle (tarikat ve cemaatlerden gelen baskılar ve talepler nedeniyle) bir çok tarikat, tasavvuf ve İlahiyat Fakültesinden önde gelen isimler toplandı. Emin Saraç Hocaeefendi, hiçbir tarikat ve cemaatin üyesi olmaması nedeniyle öne çıkan saygın bir İslam alimi…Kimilerine göre Erdoğan'ın Emin Saraç Hocaefendi'ye karşı hürmetinin nedenleri arasında etnik boyutu gündeme getirse de, ben bu konunun Erdoğan'ın dine, dindara ve alime bakış açısı bakımından etken olmadığı görüşündeyim. Dönelim yeniden konumuza.
Diyanetten Başkan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. Mehmet Görmez de toplantıya davet edildiler. Konukları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dı. Erdoğan'a getirilen eleştiriler okullara Alevilik inancının 'din dersi' gibi okutulması, din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılması ve cemevlerinin ibadethane haline dönüştürülmek istenmesiydi. Aldığım bilgilerle işin özetini yazayım:
-Ahiretini Yakma Tayyip Bey…Şimdi bir alevi evladımız mahşerde çıkıp derse halimiz nice olur ? 'Yarabbi ben din dersi öğrenmek isterdim. Ancak bana okutturmadılar. Bana İslam'ı öğretmediler. Ben buna sebep olanlardan davacıyım. Ahiretimi yaktılar.' deyip yakana yapışır. Buna engel ol. Bu AB'nin Batı aleminin İslam'ı boğma projesi, evlatlarımızı dinden uzaklaştırma, İslam'dan uzaklaştırma projesidir. Bu vebalin altında kalamazsın.'
Erdoğan aralarında eğitim aldığı hocalarının da bulunduğu heyeti dinledi. Bu işe karşı derinlemesine bir direnç olduğu açıktı.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, toplantı sonrası tarikat ve cemaatlerden aldığı destekle 2007 yılının hac mevsiminde tavrını açık ve net bir biçimde koydu:
'Siyasetçiler herhalde duracakları yeri bileceklerdir kanaatindeyim. Önce siyasetçiler kendi kararlarını versinler. Ancak unutulmamalıdır ki suyun akacağı mecra bellidir. Siyasetçiler bir gün cemevlerinin ibadet yeri olduğu konusunda bir kanun çıkartmak isterlerse, herhalde laiklik konusunda çok ilginç bir uygulamaya imza atmış olurlar. Bir yerin, ibadet yeri olup olmayacağı kararı kanun konusuysa, biz de siyasetçilere, 'Haccı Türkiye'de yapmayı mümkün kılan bir kanun çıkart. Aleviler bizim öz inancımızdır ve kültürümüzdür. Ancak, hiçbir zaman cemevini, caminin alternatifi olarak görmedik. Kerbela'yı Kabe'nin alternatifi olarak görmediğimiz gibi. Diyanet İşleri Başkanlığı dışında, ikinci bir Alevi Diyaneti'nin kurulmasını Türkiye'nin yerleşik diyanet ve cumhuriyet anlayışına aykırı görürüm. Bunun yapılması, Diyanet'i de bir mezhebe ve meşrebe bağımlı kılmak demektir'
Erdoğan için iki yol vardı. Ya vazgeçilecek ya da süreç başka bir metodla yürütülecekti. Ancak danışmanları hem Bardakoğlu'nu hem de Mehmet Görmez'i şu sözlerle uyardı:
-Cumhuriyet tarihinde ilk kez tarikat ve İslami cemaatler hükümetin atacağı bir adımla ilgili geri adım attırdı. Buna izin vermemeliydiniz. Yarın bu güçle sizi makamlarınızdan alaşağı ederler…
Danışmanın o uyarısı yıllar sonra Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan ayrılmasına kadar giden sürecin habercisiydi.
Erdoğan bu sözlere kadar oy hesabı yaparak süreci başlatmamıştı. Bir grup danışman Alevi oylarının Ak Parti'ye gelmediğini belirterek Erdoğan'ı 'Zaten bize oy vermiyorlar' yorumuna yapmasını bile sağladılar. Ancak 2009 yerel seçimlerde yerel adaylara oy verebilirdiler. Erdoğan bu kez gözü korkmuştu. Süreç bu kez 'İnanç ve Kültür Merkezleri' adı altında ikna turlarına sahne olacaktı.
-Zaten mevcut Cemevleri kültür merkezleri şeklinde devam ediyor. Hükümet Cemevlerini İnanç Merkezleri haline dönüştürecek.
-İslam'da ibadethane yok. Camilerin ibadethane haline dönüştürülmesi Cumhuriyet döneminin, laiklik uygulamasının modeli. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla camiler ibadethane haline geldi.
-Cemevleri'ndeki yapılan inanç faaliyetlerinin belli zamanı yok. Dedelerin cemevlerine gelişleri, ziyaretleri nedeniyle faaliyetler yapılıyor. İnanç merkezleri her yıl yapacağı faaliyeti, kapsamanı, bütçesini bildirecek. Bu giderler fondan karşılanacak.
-Hiçbir alevi dedesinin devletten maaş alma gibi talebi olmadı. Selçuklu ve Osmanlı döneminde dedelerden vergi alınmadı, arazi tahsis edildi. Dede geleneğinin bir okulu yok. babadan oğula geçen bir gelenek. Onları imamlar gibi devlet memuru gibi statüye alabilmek mümkün değil. İnanç merkezlerinin yıl içinde yapacağı faaliyetlerde personel gideri olarak ücret durumu karşılanabilir.
-Avrupa Birliği Türkiye'deki mezhep farklılığı din gibi algılıyor. Katolikler, Protestan Hristiyanlık içinde mezhep farklı bakış açısı olması gerekirken din gibi algılıyor ve öyle kabul ediyor. Türkiye'de Alevilik, Sünnilik bir mezhepsel farklar. AB sürecine bunun anlatılması gerekiyor.
Cemevlerine statü verilmesine karşı çıkanların başında Prof. Dr. Hayrettin Karaman geliyordu. Karaman danışmanların ikna metodunun başarıya ulaştığının ilk canlı örneğidir. 'İnanç merkezleri' fikrini benimsemişti. Laiklik sistemini benimseyen Türkiye'de bu tür uygulamaların başlayacağını 'Türkiye İslami bir devlet değil. Laik bir devlet' diyerek savundu. Ancak Hayrettin Karaman'ın ikna edilmesi diğer heyet üyelerinin ikna edilmesi anlamına gelmiyordu.
Ne cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi ne de din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılması konusu bir daha gündeme gelmedi. Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu'nun yanısıra CHP'de Alevilik konusunu yeniden gündeme getirilmeye hazırlanıyor. Bu konunun Ortadoğu'da vekalet savaşlarının sürdüğü Sünni-Şii ayrımının çatışmaya yöneldiği bir dönemde yeniden ısıtılması hayra alamet değildir. Erdoğan'ın Alevi çalıştayı yapmasından en çok rahatsız olan ülkelerin başında İran'ın gelmesini unutmamamız gerekir.