Fehmi Çalmuk Yazıyor: Zerzevatlar

Türk seçmeninin 1 Nisan şakası gibi aklında kalacak olan 31 Mart seçimleri; kim ne derse desin kurgulanmış, rolleri dağıtılmış, sufleleri fısıldanmış, kullanılacak sloganları adım adım belirlenmiş bir büyük projedir. İlk önce bu seçimde sandığa gitmiş, yorgun, yılgın, yalpalamış olsa da seçmenin iradesi vardır. Hz. İmamı Şafi'ye atfen “denizden babam çıksa, yerim” sözünü hatırlarsınız. Demokrasiye inanıyorsanız, sandıktan “Helali Min Allah”tan oy alarak kim çıkıyorsa başım gözüm üstünedir. Bize düşen sandıkta millet varsa ve iradesi yansıyorsa gayrısına "eyvallah" demektir

Hayallerin, ideallerin çalındığı bir Türkiye'de oyların çalınması, el değiştirmesi bize niye bu kadar dokunuyor ki? Kime kızıyoruz? Fakir sofralarında alınan itibarın zengin sofralarında tüketildiği, inanmışların duasıyla gelinen makamların dili, gözü, eli, kolu oynayanlara teslim edildiği bir noktada kim, kime kızıyor? Biz, 7 Haziran seçimlerine de 15 Temmuz'a da böyle gelmedik mi ? Ak Parti içinde bulunup, kendisine yol haritası bulmak isterken parti kurması gündeme gelen lider pozisyonundaki bir siyasetçi daha 15 Temmuz öncesi 2014 yılında “Erdoğan'ı Mursi gibi indirecekler” demiyor muydu? Kılıçdaroğlu'nun “Mart'ın sonu bahar” dileklerine FETÖ'cüler gibi geçmişte Ak Parti'nin içinde kurucu olup, Başbakan yardımcısı, bakan, genel başkan yardımcısı olmuş olanların “amin” demediklerini kim söyleyebilir ? Hamamönü'nde ve bilinen köşklerde Erdoğan'ı bitirme, indirme, gömme projeleri yapanların Ankara ve İstanbul'un CHP'nin dolayısıyla Millet İttifakı'nın eline geçmesine (İstanbul'da oylar yeniden sayılacak) karşın gösterdikleri sevincin vücut diliyle hareketini göstermeye terbiyem izin vermiyor.

“Erdoğan'a gününü gösterdik” diyenlerin Allah aşkına aklında millet, fikrinde hikmet, sığındığı devlet mi vardır? Onların işi gücü makamladır. “Onlar neden orada oturur” derken kendisini yüksek ses sanatçısı gibi görür. Millet onlara göre “düz sazdır.” Bu kesim Müslümanların ensesinde boza pişirir, maklube yiyerek inkılap yapar, sızıntı okuyarak yalnızca devlete, millete değil, imana, Kur'an'a sızar…

Kemal Alemdaroğlu İstanbul Üniversitesi Rektörü iken yanı başında onun tetikçiliğini yapan, başörtülüye, dindara, imanlıya, vatanpervere, ülkücüye zulmeden bir akademisyenin soyadını değiştirip havuz medyasında arzı endam edip, ahkam kestiğini söylediler de dilimi yuttum. Bir de Kahire Büyükelçiliği'nde görevli iken El Ezher'de okuyan öğrencileri istihbarata jurnallemek dahil, dindar öğrencilere kök söktüren, KKTC'deki Türk askerine “işgalci” diyecek kadar manda sevici olanların yorumlarına bakıyorum da öfkeden elimi ısırıyorum.

Af buyurunda azizim bu “zerzevatlara” yedirmedik mi Erbakan'ı, boğdurmaktı mı canım Sultanı mı ? Ağızlarına kan değdi bir kere…Erdoğan'ı da yemek için teyakkuzdalar. Akıllarına koymuşlar bir kere, bugün olmaz ise yarın!

Bu yüzden ilk önce Erdoğan'ın yakın çevresini dağıttılar. Yola çıktıklarını bir kenara atıp, özel yetiştirilmiş kriptoları, pelikancıları, sübliminal mesajcıları, gazetelere, televizyonlara, partiye, Külliye'ye doldurdular. Onlar her şey oldu. Medyanın sahibi, partinin sahibi, devletin sahibi, Reisçi oldular en başta. Ama kusura bakmayın azizim, bir adam olamadılar. Diriliş, Payıtaht dizisine sübliminal metinler yazarak, başka karakterleri oynatarak olmuyor. Camdan oynatmaya, illa ki camdan okumayla da olmuyor. Can'dan olmayınca, can'dan okumayınca 31 Mart gibi açıkta kalıveriyorsunuz. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan gelecek muhayyelesi yaparken, sandıklar sayılırken bu Zervatlara; “hangi okey masasında çifte gidiyordun, hangi nargile marpucunda ihale hesabı yapıyordun” diye sormazlar mı ?

Hadi Kadir Topbaş'ı yediğinizde Melih Gökçek'i, kim, neden, nasıl yedi? Bunun bir FETÖ operasyonu olduğunu yazan, “yapmayın, etmeyin” diyen benden başka bir yazar, kalem erbabı göstere bilirmisiniz? Tekrar soruyorum: Kim yedi? Cevap: Zerzevatlar…Şimdi aynı Zerzevatlar Süleyman Soylu'yu yemek istiyor? Gerekçe üretirler… Yazarlar, konuşurlar. Nasıl olsa, gazeteler, televizyonlar havuz medyası onlarda. Ciğerlerine çektikleri nargilenin dumanı kanıp, puslu havada Süleyman Soylu'yu yemek istiyorlar. Güneydoğu'da, Doğu Anadolu'da Kayyumlar eliyle Ak Parti'nin oyunun artması, İç Anadolu'nun yekpare firesiz Cumhur İttifakı'nın etrafından kenetlenmesinin ana aktörü Süleyman Soylu'dur. Seçimlerde 50 günde 102 miting yapan Erdoğan'ın yanında Soylu 150'ye yakın miting yapmıştır. Demiştir ki “Baş başa, baş Allah'a bağlı.” Bilin ki, Zerzevatlar, ava çıkmışlardır. Seçim mağlubiyetini birine, birilerine fatura edeceklerdir. Yine cumhurbaşkanının yanını, etrafını boşaltırlarsa Erdoğan için korkarım ki; 15 Temmuz işgal girişimine gerek kalmadan, kalenin anahtarını, sancağı muarızlara müstevilere teslim edeceklerdir.

Elbette bu seçimlerde bir fatura kesilecektir. Belki de Osmanlı'ya öykünenler için belirtmek isterim ki kelle istenecektir. 1977 seçimleri sonrası MSP'nin Milletvekili sayısının yarı yarıya azalması üzerine Korkut Özal, Turgut Özal, Osman Çataklı Bergama'da bulunan Mehmet Zahit Kotku'dan randevu alırlar. Heyete Fehim Adak ve Recai Kutan'da dahil edilir. Fehim Adak hatıralarında söze ilk başlayanın Turgut Özal olduğunu söyler: “-Efendim Necmettin Erbakan Bey bir muharebe kaybetmiştir. Osmanlı'da muharebe kaybedeni öldürürler !

Kimseden ses yok söze girdim:

-Efendim, Osmanlıların böyle bir şey yaptığını kabul etmiyorum. Muharebe kaybetmek de Allah'ın takdiridir. Eğer kusur yoksa bu Allah'ın takdiridir. Allah'ın takdirine isyan Müslümanlıkta yoktur. Bir kelle koparmak bütün insanların kellesini koparmak gibidir. Öyle Şey mi olur ? Yani bu efendim bu sırf Osmanlı'da muharebe kaybetti diye kelle almak duyulmuş şey değil. Ama kusur kabahat varsa o başka. Bunu yapan olmuşsa suç işlemiş demektir.” dedim. Kelle işi böylece kapandı. Onlar da üsteleyemediler daha. Adamlar sanki hakikaten darağacı hazırlamışlar.” Hal böyle iken ben onu bunu bilmem… Dindarlığını bilirim Erdoğan'ın bir de ihanete, gaflete, hainliğe karşı kindarlığını… Affetmeyecektir. Lider zayiyata bakmaz. Düşeni, lider kaldırmaz. Hele komutanlığa geri getirmez. Geriden gelenler varsa, kaldıysa merhametleri, tüketmemişlerse vefayı onlar gösterir. Düşeni onlar kaldırır yerden.

CHP'Yİ İMANA GETİRMEK

Kimsenin Allah inancını tartacak, ölçecek, eleştirecek değiliz. Allah'a sığınırım. Ancak Rabbim şahit; dini açıdan bakıldığında CHP'nin geldiği noktadan, gördüğüm tablodan ümitvarım. CHP açısından bu ilk değil. Bu durum aksiyon içermese de fikri bakımından 2002 seçimlerine giderken Deniz Baykal Bey'in “Edebali” açılımına benziyor. Hatta katıldığım bir televizyon programında sayın Baykal'ın 30 Ramazan oruç tuttuğunu, muhterem eşleri Olcay Hanım'a “Biliyorsun iftar sofrasına çok önem veriyorum. Evde ailecek hep beraber sofraya oturmak istiyorum” şeklindeki bir telefon konuşmasına şahit olduğumu belirtmiştim. 15 Temmuz şehidi Rabbim rahmet etsin merhum Erol Olçok program sonrası beni telefonla arayarak “Sana mı kaldı Baykal'ın dindarlığını anlatmak. Neden propagandasını yapıyorsun?” diye fırça atmış, bu nedenle işten atılmama, işsiz kalmama rıza göstermişti. Bu seçim sonucuna bakılırsa her ne olursa olsun CHP, millete bir adım daha gelmiş oldu. Takiyye diye değerlendirenler de olsa gelinen nokta önemli ve anlamlı bir eşik /aşamadır. Bu da ayrıca Milli Görüş'ün başarısıdır. Erbakan ve dava arkadaşları, pek tabii Tayyip Erdoğan Türk siyasi hayatında olduğu için oldu, bu gelişmeler... Surda açılan gedik kocaman bir kapı oldu yani. Bir de böyle bakmak lazım. Bir zamanlar RP'nin oyu Edirne'den %3, İzmir'den %1,2 oy gelirdi hep. O günleri unutmayalar için şımarmak nankörlük edip isyan etmemek gerekmez mi?

CHP'den seçilen Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan Kur'an-ı Kerimi öperek göreve başladı. YSK, 1 Kasım 2015'te CHP'nin başvurusu üzerine AKP'nin “Haydi Bismillah” şarkısını laikliğe aykırı bularak yasaklamışken Mansur Yavaş yeşil beyaz afişlerle “Haydi Bismillah” dedi. Ankara sokakları bu afişlerle dolu. Zaten Mahsur Yavaş'ın “Tamam İnşallah” sloganı, 1994 yılında Erdoğan'ın belediyeyi kazanmadan önce kullandığı son afişte yer almıştır. Ekrem İmamoğlu, Fatih Sultan Mehmet türbesinden başladı ve Eyüp Sultan'da Yasin'i Şerif okudu. Seçimden sonra diz kırıp dua etti. Unutmadan İmamoğlu'ndan Milli Görüş'ün ak saçlılarına sürpriz bir ziyaretini de bekliyorum.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş merhum sevgili Şükrü Karaca'nın keşfi ve vasiyeti…Şükrü Karaca, Nat-ı Şerif yarışmasında birinci olduktan sonra Türkiye'de ilk kez Hz. Muhammed Efendimize hürmeten “Kutlu Doğum Haftası”nı dönemin Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı merhum Ayvaz Gökdemir'e öneren ve hayata geçiren bir isimdi. Rabbim rahmet eylesin. Ekrem İmamoğlu ise Milli Görüş'ün sol çizgisi Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu'nun öngörüsü, keşfi, başarısıdır…Bir çok aday varken “ille de Ekrem olsun” diyerek Kılıçdaroğlu'nu örgütleyen Bekaroğlu siyasi hayatımıza damgasını bu şekilde vurmuş oldu. Türkiye için yeni yolun İslami Sol çizgide dallanıp budaklanacağını gelecek günler gösterecek ama Bekaroğlu AK Parti kadrolarına baştan bu yana muhalefet eden Merhum Erbakan Hoca'nın yanında Saadet'te kalan bir kişiydi. Has Parti tecrübesi onu siyasetin sol kanadına transfer olmasına neden oldu. Son genel seçimde ve 31 Mart'ta Saadet Partisi, CHP yakınlaşmasının altında da Bekaroğlu'nun imzası var.

CHP mi imana geldi, yoksa dindar insanlar mı CHP'ye gitti? Sağ seçmen bu kez sırf adaylarından dolayı CHP'ye oy verdi. CHP içinde yeminli laikçilerin bu manzaradan hoşnut olmayacağını yakında cıngar çıkaracağı, belki de “sağcılaştı, dindarlaştı” dedikleri CHP'nin yerine “katıksız sol” parti kurmaya yeltenecekleri muhakkak.

Bizler; dedelerimizin, babalarımızın hikayeleriyle büyüdük. Kulaklarımızda hep onlar vardı. Halen de var. Onların kavgaları, kaygıları aradan yıllar da geçse de bizim içinde geçerli. Çok partili siyasi hayata geçişimiz bir bakıma “Kuvay-ı Milliye” safında beraber olmuş insanların ayrı saflarda durmasını beraberinde getirdi. Baba-oğul, akraba, eş-dost artık iki ayrı parti levhasının altında birbirlerine karşı taraf olmanın, taraf kalmanın kutsallığına inandılar.

Malum hikayedir: Dede oturduğu koltuktan torununa seslenir: -Oğlum; ezan hangi camide okunuyor? -CHP'lilerin camisinden, dede ! Dede istifini bozmaz, gazetesini okumaya devam eder. Aradan bir dakika geçmeden yine bir ezan sesi... -Oğlum; ezan hangi camiden okunuyor ? -Dede bizim camiden... “Aziz Allah” diyerek toparlanır dede ve caminin yolunu tutar...

Kıbleleri aynı olsa da tutukları partilerin farkı onların böyle davranmasını gündeme getirir. İki parti de kutsalları uğruna amansız bir mücadele içine girerler. Bu mücadelede kan akar, gözyaşı dökülür, ocaklar söner, fabrikaların bacaları dumansız kalır... Ülkenin nefesi kesilir.

Yukarıdaki satırları 2002 yılında yayınlanan “CHP ve Anadolu Solu”kitabında konu etmiştim. Bu dönemin önemi 1980 sonrası ikinci kez CHP Genel Başkanlığına gelen Deniz Baykal'ın “Doğu kültüründe de çok önemlidir. Dervişler çile çekmek için kapanırlar. Çile çekmeden derviş olunmaz. İç muhasebesi yapmak gerekir Bu dönemde kendi köklerimiz konusunda daha sistematik düşünme fırsatı buldum. Yunus, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli.. Bu köklerin derinine indim.” demesidir. Baykal genel başkan olur olmaz ayağının tozuyla verdiği ilk mesaj, toplumsal olarak iki kutbun diyaloğuydu. İmam Hatip'li gençle, diskotekteki genci buluşturmayı, kucaklaştırmayı vaat ediyordu. Dana önceki genel başkanlığında gittiği Bosna'da kadınlara yaşmak hediye ediyor “Yaşmak, temizliğin simgesidir” diyordu. Baykal, Edebali açılımıyla 13. yüzyılda Anadolu'da yaşanan aydınlanmanın Avrupa'ya dolayısıyla Sosyal demokrasiye örnek olduğunu belirtiyordu:

“Ben bunu düşünürken, bir yerlerden anımsadığımı anladım ve Anadolu tarihinde bunu gördüm. Daha Avrupa'da, içine cin girmiş diye insanların boğazlandığı karanlık dönem yaşanırken, 13'üncü yüzyılda Anadolu'da insan kavramı öne çıkmıştır ve bu bence ilericiliktir. Şeyh Bedrettin, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Şeyh Edebali insanı öne çıkarmışlardır. Şimdi biz bunları niye sağcılara bırakalım. Bence Türkiye'de yanlış kişiler sahipleniyor bunları. Biz niye onlara bırakalım.''

Nurettin Topçu'nun “İslam sosyalizmi” şimdiler de yerini “Yeni yol, İslami sol” değimine bıraksa da Türkiye'de bu birlikteliğin siyasi temelleri 1974 yılındaki TBMM'den 1 Ocak l974'de güvenoyu alan CHP - MSP hükümeti koalisyonu ile atıldı. Güven oylamasında MSP'nin Bursa Milletvekili Emir Acar hükümete "ret" oyu veriyordu. Parti içinde beliren muhaliflerin CHP ile koalisyon kurma konusundaki görüşleri ise oldukça ilginçti: “Şeytandan şefaat bekler gibi CHP ile koalisyon yapılmaz. Adeta kalbimize hançer sokar gibi evet diyeceğiz !” Muhalifler evet dediler ama bundan iki yıl sonra Erbakan'a verdikleri muhtırada, MSP'nin CHP ile koalisyonunu yerden yere vurdular, sağ partiler ile neden birlikte olmadıklarını sordular. MSP'lilere söylenen “Yeşil komünistler” sloganı bu dönemin en meşhur sloganıdır. Sağ'ın bu tavrına karşı geliştiren savunma ise daha ilginçtir. Bu savunmayı MSP'den İstanbul Senatörü seçilen Ali Oğuz, parti grubunda af tasarısının görüşülmesi sırasında söyledi: “solcular bizim namaz kılmayan kardeşlerimiz.” MSP'ye yönelik bu sert muhalefete karşın tarihin cilvesine bakın ki, Demirel'in 1991 de SHP ile, MHP'nin 1999 yılında Ecevit ile kurduğu koalisyon hükümetinde yer aldılar.

Son dönem ittifaklar, sağ için bir bakıma dinsizlik çizgisine koydukları solu, iktidar çizgisinde ortak saymalarından, kendi ülkücü evlatları Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu'nu başkan yapabilmek için kerhen oy vermelerinden başka bir şey değildir. MHP, Cumhur İttifakı'nın ortağıdır…Şimdilik Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde bakanı da yoktur, muhalefettedir. Ancak MHP fikri bakımından Ankara ve İstanbul diğer illerdeki ülkücü belediye başkanlarıyla iktidardadır. Gelin bu noktada; Zerzevatlara bakmadan siyasi yelpazenin iki kutbu olarak yaşama kültürüne, Türkiye için yaşamanın ortak zemine imkan tanıyalım. Elbette Soros ve onun kriminal çocukları kana kan dişe diş isteyecek. Elbette terör sevicileri onlara sokakları gösterecek Bu sokak, çıkmaz sokak, bu sokak karanlık ve kahpedir. Yumruğu sıkmadan, kaldırmadan, rakibine savurmadan önce bir çıkış daha var. Sokak yerine yine Türk milletinin önüne, hakemliğine gitmek. Zerzevatlara bakmadan, takılmadan, esir olmadan son sözü yine millet söylese...

Bakmadan Geçme