Haluk Cömertoğlu, Kadim Arapir'in Ahilik Kodlarını Anlattı
'Arapgir, ahilik deyince üreten bir havzanın, ürettiğini de en iyi şekilde üretmeye çalışan esnaflarıyla yol bulmuştur, anılmıştır' diyen Arapgir Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu, kadim bir şehir olarak tanıttığı ilçesiyle ilgili tarihsel bir yolculukla www.esnafhabertv.com'un sorularını cevapladı.
Arapgir'i bir ahi kenti olarak tanımlayan Cömertoğlu, unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarının, esnaf ve sanatkarlık geleneğine ilişkin ilginç örnekler verdi. Haluk Cömertoğlu “yanında 8-10 çırağıyla birlikte iş yetiştirmeye hatta elektrik olmadığı için gaz lambalarının, ayakta dikiş makinelerinin başında, yarın provaya gelecek, bunun provasını yetiştirmemiz lazım diyerek o hummalı çalışmalarına şahit olmuş birisiyim. Arapgir, Ahilik deyince üreten bir havzanın ve üreten, ürettiğini de en iyi şekilde üretmeye çalışan esnaflarıyla yol bulmuştur, anılmıştır” dedi.
BELEDİYE BAŞKANI OLARAK BÜTÜN UNUTULMAYA YÜZ TUTMUŞ MESLEK KOLLARINI VE UNUTULMAMASI İÇİN ELİMİZDEN GELEN GAYRETİ ORTAYA KOYUYORUZ
Haluk Cömertoğlu: Arapgir kadim diye tarif edilen geçmişin en iyi yaşanılan ve birikmiş olan kavşak noktasındaki bir havzanın merkezi. Yukarı Fırat havzasının merkezinde durur. Binlerce yıldır bütün medeniyetlerin ev sahibi olmuş, insanın ihtiyaç duyduğu her şeyi, çerden çöpten aş yaparak paylaşmayı bilmiş, sanat değerlerine ulaştırmış, Ahilik kültürünü en iyi özümsemiş ve sokağında dantel dantel işlemiş, bütün meslek kollarına Ahi evren düsturuyla nakış nakış bir desen vermiş. Ve ustalık eserlerini de insanların hizmetine sunmuş bir merkez. Dolayısıyla bu merkezde bir Belediye başkanı olarak bütün unutulmaya yüz tutmuş meslek kollarını ve unutulmaması için elimizden gelen gayreti ortaya koyuyoruz. Arapgir'de 2009'dan bu yana yaptığımız bütün çalışmalarda ana eksende 76 iş kolunda, geçmişten bugüne ihtiyaç duyulan her anlamdaki malzemeyi, emtiayı ve araç gereci bu merkezde tutabilmiş geleneklerle konuşuyorum.
Burada tabi bu mesleklerden öne çıkan insan ayağının üzerinde durur ama ayakkabıyla yürür. Dolayısıyla bu ayakkabısını yapıştırıcıların olmadığı dönemde deriyi kösele ile buluşturup tahta çiviyle bizle deldiği yerlere adapte edip dövüp sonra yemeni, kundura ve ayakkabı haline getiren meslek kolunu bugün Erol ustamız icra ediyor. Kendisine minnettarız. Babasıyla da yıllarca hem komşuluğumuz oldu hem de o mesleğin zorluklarına bizzat şahitlik etmiş birisiyim. Tahta çivili ayaklarda duran ayakkabı modelleri birçok anlamda modeller geliştirilebiliyor. Ve ihtiyaç duyduğu bay ve bayan ayakkabılarına ve özelliklede son dönemde turizm ögesi olarak farklı modellerde Erol usta tarafından hazırlanıyor. Ve gelenlere de bunlar takdim ediliyor. Ticari bir ürün olarak ta satılıyor.
ARAPGİR, AHİLİK DEYİNCE ÜRETEN BİR HAVZANIN VE ÜRETEN, ÜRETTİĞİNİ DE EN İYİ ŞEKİLDE ÜRETMEYE ÇALIŞAN ESNAFLARIYLA YOL BULMUŞTUR, ANILMIŞTIR
-Ayakkabıcılık dışında Arapgir'de ne üretimi öne çıkıyor ?
Haluk Cömertoğlu:Tabi biz Ahilik deyince sadece ayakkabı değil, üzerimizdeki giysiden, giysinin hazırlandığı ipek kumaşından, pamuktan elde edilen Manusa kumaşına, yatağınızda yattığınız çarşafın Dırıl bezinden, kadınımızın giydiği Erhamlığına, erkeğimizin üzerindeki elbisesinden başına taktığı şapkasına kadar her konuda terzilik ve bu konuda kumaş tüccarlarının varlığına yetiştik.
Arapgir'de 5000 dokuma tezgahı, TSE belgesi almış Arapgir mamulatıdır diye mührünü vurduktan sonra Avrupa'nın 7 ülkesine ve 7 bölgeye de bunlardan haftada 2 gün yükleme yapılarak kervanlarla taşındığını resmi kayıtlarımızdan öğreniyoruz. Bunların aktif üretimi olsun diye çalışmalarını birkaç yıldır yapıyorduk, bu yılda hem Manusa kumaşının Arapgir Alacası adı altındaki tüm dünyaya sattığımız kumaş modellerini hem de bunun imalatını Coğrafi İşaret başvurusu ile birlikte taçlandırıp hayatın içerisine, kadınlarımızın eliyle üretmeye ve ürettiğimiz kumaşlarla da farklı giysiler modellemeye adım adım yürüyoruz.
Tabi burada bir insan kaşığı ağaçtan veya bakırdan, bakırı da kalaydan sehin, bakraç, kazan her türlü ev araçlarını ya topraktan ya da bakırdan döverek veya pişirerek elde ederdi. Birinin adı Bakırcılık ve Kalaycılıktı, birinin adı da Purutçuluk ve Purutçuluğa dayalı yan kollardı. Evinize dere yatağından ya da uzak bir mesafedeki suyu içmek için getirdiğinizde bir kulplu Küze veya iki tane Batman Bakracı olurdu. Ocağınız kurulur, ocağınız üzerinde ihtiyaç duyduğunuz her şeyin pişirmeniz için taşacak ölçüde tencereler, yemeklerin piştiği değil aslında mahalleleri doyuran kazanlar bile, 9 okkalı kazanlara, 7 kulplu kazanlara dönüşmüş bir üretim merkezindeyiz. Biz burada tabi birçok iş kolunu söyleyebiliriz.
Bugünün intikal araçları ve yük taşıma araçları, at, eşek ve özellikle develerdi. Bunların nalbantları vardı, eyerlerini yapanlar vardı, palanlarını diken vardı, semerlerini yapanlar vardı bunların her biri bir meslek koluydu. Ve bu kolların hepsinde de en az 20-30 arasında meslek erbabı, yanında 8-10 çırağıyla birlikte iş yetiştirmeye hatta elektrik olmadığı için gaz lambalarının, ayakta dikiş makinelerinin başında, yarın provaya gelecek, bunun provasını yetiştirmemiz lazım diyerek o hummalı çalışmalarına şahit olmuş birisiyim.
Arapgir, Ahilik deyince üreten bir havzanın ve üreten, ürettiğini de en iyi şekilde üretmeye çalışan esnaflarıyla yol bulmuştur, anılmıştır. Bu sadece bir sanat olarak değil bugün birçok etnografya müzesinde sanatsal eserlerin birbiriyle yarışan örneklerini de ortaya çıkarmıştır. Bizim burada asıl hedeflediğimiz şey, bunları geri getirmek belki mümkün olmayacak ama modellerinin muhafaza edilmesi, yapılma yöntemlerinin geleneklere dönüşmüş ve binlerce yıldır bir ustanın elinde biriktirilmiş olan kısmı ile anılması ve onların kayıt altına alınarak bellek oluşturulması üzerinedir.
Belleğini koruyan bir kentin, Cittaslow üyesi olmuş bir kentin, sakin şehir modunda, sakin yemek modunda, gastronomideki her türlü 120 yılıyla anılan bir şehrin, Osmanlı saraylarının mutfağını yöneten aşçıbaşılarını ortaya çıkaran, sadrazamlarını yetiştirip, devleti devlet diye tanıtan, Başbakanlarının, özellikle cepheden cepheye koşan Cevat Çobanlı gibi şükranla andığımız cephe komutanlarının hepsi bu havzadaki kültürle yetiştiler. Ve çerden çöpten aş yapıp, birlikte mutlu olmanın, geleceğe emin adımlarla yürümenin en iyi elçileriydi ve kültür elçiliğini yaptılar. Devlet adamlığını yaptılar. Devleti çok önemsediler.
ASKERİ VE İDARİ OLARAK EN BÜYÜK MERKEZLERİNDEN BİRİSİYDİ.
-Anladığımız kadarıyla Arapgir stratejik de bir kent ?
Haluk Cömertoğlu: Çünkü Arapgir, Roma'nın en aktif Doğu ile Batı arasındaki 12. Formu Nato ve Jön merkeziydi. Askeri ve İdari olarak en büyük merkezlerinden birisiydi. Toplu yaşamın, beylikler dönemine kadar yine üreterek çok büyük bir ahaliye sahip, birçok grup ve inanç şeklinde telaffuz ettiğimiz yaşantıyı uzlaştırarak yaşatan bir havzaydı burası. Ve İlhanlılar Devletini kurdu. Eserlere dönüştü. Özellikle Oğuz soyundan Çepni boyundan, Danişment Gazileri burada mülki mahallen kıldı. 16 boyun hepsine ev sahibi oldu, yerleşik yaşama geçti. Burada tarımı kombine hale getirdi, tarımsal ürünlere yön verdi. İlhanlılardan sonra Danişmendi devleti inşa edildi. 1071'e kadar bu bölgenin fetihleri tamamlanmışken, Alparslan Gazi'nin çağrısına, Diyojen'in saldırısına karşı durmaya 21bin Alpereniyle, Fatihimiz dediğimiz Danişment Gazi eşlik etti ve bu zafer gerçekleşti. Ve Anadolu'nun kapıları sonuna kadar aralandı. Ve Danişment Gaziye yeni bir görev emri çıktı. Zaten bu bölgeler Türkleşmişti ve vatan edilmişti ve önceki yaşayan insanlarında hürriyetleri kayıt altına alınmış, birlikte yaşam sağlanmıştı.
Buradan Sivas, Tokat, Amasya, Yozgat, Çorum ve Kayseri bölgelerini, Sivas'tan başlayarak fetih görevleri verildi. Bu bölgeler 10 yıl içinde yani 1085 yılına kadar tamamlandı, Melik Gazi, Danişment Gazi'nin oğlu olan Kayseri'de şehit düştü. Daha sonra 1105'de Ordu, Giresun bölgesine yönelmişken 9bin askeriyle büyük bir Pontus grubuyla karşı karşıya gelip pusuya düşme operasyonunda 18 ok yarasıyla Fatihimiz dediğimiz, Alperenler başı Danişment Gazi yaralandı ve 8bine yakın Alpereni orada şehit verdi. Ve devleti buradan Niksar'a taşıyan ve Danişmendi devletinin Niksar'daki bölgesine yaralı bir şekilde gelmeyi başardı. Ve orada çok uzun yaşamadı, vasiyetlerini etti. 10 yıl gerileme dönemi, vasiyetleri üzerine toparlanma, tekrar yeni akımlarla Amasya, Merzifon, Samsun ve Ordu, Giresun 14 gün kuşatma sonrasında Mesudiye merkezli Emiroğlu Beyliklerini yani Bayram Bey dönemi ile birlikte yeni bir dönemi başlattı. Bunlardan şunu söylemek istiyorum, biz oyun kurucu bir milletiz. Birlikte yaşamayı seviyoruz ama birlikte yaşamın asıl ana dokusu üretmek ve Ahiler gibi çoğaltmaktır. Birbirine fedakarca … olmaktır, usta çırak ilişkisi inşa etmektir. Devleti onure etmektir, devletinin yanında olmaktır.
ARAPGİR YERLEŞİK KÜLTÜRLE ADIM ADIM GELECEĞE TAŞIYAN MARKALARA SAHİP OLDU
-Arapgir'li müteşebbisler ürettikleri markalarla da öne çıkmış bir kent o zaman?
Haluk Cömertoğlu: Anadolu'nun Ahisi olmak, üreten Türkiye'nin hizmetinde olmak temel şiarlarıdır. Ve bu şiarla bugüne birçok iş kolunda hala yoğunlukla söz sahibi olduğumuz konular, o günün geleneği ile taşınmıştır. Bir bir tekstil atölyeleri İstanbul'a, elektrik olmadığı için, taşınarak markalara dönüşmüştür. Birçok markayı küresel anlamda bu bölgeden giden insanlar inşa etmiştir. Dünya sıralamasında yerlerini almışlardır. Sağlıktan, Kilit sektörüne, oksijen gazını Habaş diye marka haline getirip uçak üretimine, İlaç sektöründe Ankaferd gibi firmaları, Otelcilik sektöründe Green Park gibi firmaları, Mobilya sektöründe Tuna Çelik gibi firmaları, sayamayacağımız çok sayıdaki küresel olma yolunda adım atan, büyümesini buradan aldığı yerleşik kültürle adım adım geleceğe taşıyan markalara sahip oldu.
AHİLER BULUNDUKLARI YERLERDE ONARAN GÜÇTÜR
-Ahilik geleneği ne zamandan beri yaşatılıyor ?
Haluk Cömertoğlu: Ama havza küçüldü, havzanın kültürel değerleri her geçen gün insana anlatılmasına rağmen nitelik göçüyle can çekişmeye başladı. Bizde bu can çekişen kırsalın Anadolu'yu, Anadolu yurdu yapan, Anadolu'yu Anadolu yurdu kabul etme durumunda herkese ortak mesaj veren Arapgirinde bu heyecanla, ecdadımızdan aldığımız ilham, İslam'dan aldığımız uzlaşı kültürü ve barışık yaşama sevinci kulluk haklarına saygı ile birlikte ve Ahmet Yesevi'nin bir bir bu bölgeye gönderdiği elçileriyle birlikte, bugünlerimize hamdolsun ulaştık. Ama küresel bir akım var bu havzaların yaşatılması için çok desteğe ihtiyaç var. Buradan iş kollarında başarılı olmuş herkese, buranın yaşatılmasının, dünya geleneklerinin yaşatılması anlamına geldiğini hatırlatır ve kırsaldaki havza bazlı bölgelere, Türkiye'de pek çok yer var, bir tanesi olan Arapgire ve Arapgir havzasındaki yerleşik hayatı birlikte yaşayan Mengüceklerden, Kemaliye, Egin'e, Ağın'dan, Keban'a, oradan sözüyle sazıyla bugün dünya literatüründe yerini almaya doğru Türkiye'yi açmış Arguvan'ın topraklarına geçmek, bu havayı solumak çok zor değil. Bu desteklerinizi bu bölgedeki üreticilere aktarmak çok zor değil. Zekat, sadaka meselesi değil bu, bu bir gönül işi, bu bir toprağına bağlılık, değerlerine bağlılık işi. Dolayısıyla Ahiler bulundukları yerlerde onaran güçtür.
OSMANLIDA VAKIF KÜLTÜRÜNÜ İNŞA EDEN ARAPGİRLİLERDİR
-Arapgir'de vakıf kültürü de mi güçlü?
Haluk Cömertoğlu: Osmanlıda Vakıf kültürünü inşa eden Arapgirlilerdir. Bunlar sadrazamlar üzerinden Danişmentname'de yerini almış erdemli insanlardan ortaya çıkmıştır. Hz. Ömer döneminde ihdas edilen Vakıf kültürü, Osmanlıda zirve yapmış, her şeyin imalatını devletten istemeden kamu adına yapar hale gelmiştir. Bunun adı Arapgirliliktir, bunun adı Ahiliktir, bunun adı Vakıf adamı olmaktır. Arapgir'de Vakıf kültürünü en iyi özümsemiş, eserlere kavuşturmuş sadece saray yönetmemiş, Zeynep Kamil hastanelerini, Yusuf Kamil ve Zeynep hanımla birlikte inşa edip bütün İstanbul'un o döneminin çocuklarına doğum sancısını en aza indirip merhaba dedirtmiş müesseseleri kazandırmış. Koca Ragıp gibi büyük sadrazamların, Hüseyin Avni Efendi gibi büyük hattatların ve hatiplerin, Karabaşı Veli gibi büyük dergah alimlerinin hepsinin ortak bir sevdası vardı, bu kültürün yaşatılması ve insanların uzlaşı içerisinde toplumsal katmanlarda ahirete emin adımlarda yürümesi. Ve yeryüzünün inşasında üzerine düşeni yapmasıdır