Korona Bahane,Faiz Şahane 3-
Bankacılık ve Finans Kurumları bütün dünyayı borçlu hale nasıl getirdiler?
Faiz, üç kutsal dinde de yasaklanmıştır. Yahudilikte, bir Yahudinin kendi Yahudi kardeşinden verdiği borca karşılık faiz istemesi yasaklanmış ve ancak diğer insanlardan faiz alabilmesine izin verilmiş olsa da bir yasaktan söz edilebilir.
Ekonomist Niall Kishtainy faiz ve tefecilik hakkında şöyle diyor: 'Ortaçağın kilise mensupları, faiz karşılığında para vermenin hırsızlık anlamına geldiğini çünkü paranın 'kısır' olduğunu söylüyorlardı. Para üretken değildi ve dolayısıyla doğuramazdı.
Birine, ekmeğin hem parasını hem de ekmeğin kullanımının parasını ödetmek yanlıştır. Bu, bir şeyin karşılığını iki kere ödetmek anlamına gelecektir. Aynı şekilde, insanlara borç verdiğiniz parayı geri ödetmenin yanı sıra, o paranın üzerine eklediğiniz faizi ödetmeniz de yanlıştır.
Daha kötüsü, tefecilik hiçbir zaman önü alınmayan bir günahtır. Katiller, en azından uyurken cinayet işlemeye ara verirler. Tefecilerin günahları ise yatağa yattıklarında da sürüp gider ve onlara olan borç her geçen dakika daha da artar.'
Para, Lidya'lılar tarafından bir ihtiyacın giderilmesi için bulunmuş ve Tarım toplumlarında uzun yıllar, sadece bu asli fonksiyonunu icra etmiştir. Ortaçağ Avrupa'sında da paranın asli fonksiyonları ile kullanımı söz konusu olmuştur.
Deniz ticaretinin artması ve Venedik, Floransa ve Cenova gibi dünya ticaretine hakim şehirler oluşmaya başladıktan sonra, iki kurumsal yapıyla daha tanışmış olduk. Bankerler (tefeciler) ve sigortacılar. Bankerler ve tefeciler, öncelikle tüccarları finanse etmekte, dönemin en karlı işinden, zahmetsizce büyük paralar kazanmaktadırlar. İkinci müşterileri ise, özellikle ulus devletlerin oluşmaya başlamasından sonra devletler olmuş ve savaş giderlerinin karşılanması için ihtiyaç duyan devletlere yüksek faizli borçlar vermeye başlamışlardır.
Ortaçağda, faiz ve tefecilik konusunda oldukça katı bir tutum sergileyen kilise, aşırıya kaçmamak üzere, borç verenin makul bir faizle birlikte alacağını tahsil etmesinin sakıncası olmadığı, aksi taktirde borç verenlerin borç vermez hale geleceklerini kabul etmek durumunda kalmıştır. Başlangıçta, diğerlerine faizle borç verilmesinde sakınca görülmemesi nedeniyle, sadece Yahudilerin tefecilik yapması söz konusuyken, artık Hristiyanlar da faizle borç alıp vermeye başlamışlardır.
Kurumsal olarak bankaların ortaya çıkışları, 1800'lü yılların başlarından itibarendir. Ancak, yüz yıllar boyunca yasaklanmış faizin, kurumsal olarak toplumlarda boy göstermesi o kadar da kolay olmayacaktır.
Sömürgeciliğin merkezi Avrupa ise, kapitalizmin merkezi de ABD'dir demek yanlış olmayacaktır.
Western Filmlerinde ve çizgi romanlarında, refaha ve altına hücum dönemi ele alınır. Yeni kurulan kasabaları gözünüzün önüne getirin. Kasabanın orta yerinde dikkatinizi çeken ve bu sahnelerin olmazsa olmaz yapıları hatırlayın. Salon (eğlence ve sosyalleşme mekanı), Şerif (karakol), Kilise, Post Office (postane) ve Banka! Bu beş kurum, yeni kurulan şehirlerin olmazsa olmazıdır.
Hayat şartları oldukça zordur. Büyük bir yarış var. İlk gelen yerleşir, ilk bulan kazanır, kim güçlü ise o haklıdır, soygun ve hırsızlık hiç bitmez, kazanmanın tek yolu güçlü olmaktır. Bugün vahşi batı ile vahşi kapitalizmin ilkeleri de aynıdır demek yanlış olmayacaktır.
Burada dikkatinizi başka bir şeye çekmek istiyorum. Bu filmlerde ve tarihi fotoğraflarda dikkat çeken bir durum var. Hem Avrupa'da, hem ABD de hem de ülkemizde de durum aynıdır. 1800'lü ve 1900'ün başlarında yapılan hiçbir banka şube binası, o kasabanın ya da yerleşim yerinin Kilisesine meydan okur büyüklükte olmadığı gibi, yine hiçbir bankanın genel merkez binası da her hangi bir katedral binasına meydan okur büyüklükte değildir. (resimler var)
Bunun, kutsal dinlerin faize ve faiz kurumlarına bakışlarıyla bir ilgisinin olduğunu ve kendilerine henüz yaşam hakkı veren toplumlara meydan okumanın erken olduğunu düşünmelerinden kaynaklandığı açıktır. İki kurumsal yapıya meydan okur pozisyonda olmaktan ya da görünmekten özenle imtina etmişlerdir. Birisi, dini kurumlar, diğeri ise Saray veya Başkanlık konutlarıdır.
Bankaların, bütün dünyada, ben de varım dedikleri ve dünyaya ve bütün din ve devlet yapılarına meydan okumaya başladıkları süreç, 1970'li yılların sonuna denk gelmektedir. Küresel kapitalizm ve demokrasi anlayışı söyleminin ortaya çıkışı ve ABD'nin bütün dünyaya yaymaya çalıştığı vahşi kapitalizm dönemi. Serbest piyasa, malların serbest dolaşımı, özelleştirme, devletlerin ekonomik hayattan ellerini çekmesi ve asli görevlerine dönmesi gibi herkese hoş gelen ilkelerin savunuculuğu ile bütün dünya, bu küresel kapitalizmin ağına düşmüştür artık.
Bugün bankacılık ve finans sektörü, hayatımızın her alanında kendisine yer bulabilmektedir. 1980'li yılların başlarına kadar, iktisat kitaplarında tanımlarını bulabileceğimiz klasik bankacılık işlemleri yapılıyorken, bugün alternatif ödeme araçları, para transferleri, döviz işlemleri, kredi kartları gibi basit işlemler yanında oldukça karmaşık işlemlere de aracılık etmektedir. Ürün yelpazesini arttırmak için de yoğun bir çaba harcamaktadırlar. Adını çok duyduğumuz ancak ne olduğunu ve nasıl çalıştığını çoğu bankacının da bilmediği hedge fonlar gibi finansal hokkabazlık eseri bankacılık işlemleri vardır. Bankacılık ve sigortacılık artık eskisinden olduğundan daha karmaşık bir ilişki içerisindedir. Bankacılık, finans ve sigortacılık sistemine büyük derecelendirme kuruluşları da dahil olunca, sistem 2008'de olduğu gibi, bütün dünyayı sarsan bir finansal krizin de sebebi olabilecek kadar karmaşık hale gelmiştir.
Bugün, dünyanın en yüksek ve en görkemli binaları, Kabe'yi bile gölgesinde bırakan bina dahil olmak üzere, ya finans ya da ticaret merkezidir. Bankalar ve finans kurumları, bütün kutsal değerlere de, devlet kurumlarına da, devletlere de, şirketlere de ve bütün insanlığa da meydan okur duruma gelmişlerdir.
İnsanlar çalışmadıkları zaman aç kalırlar. Dünya nüfusunun üçte biri 2-3 ($) dolar seviyesinde bir gelire mahkum. Dünya üzerindeki emeklilerin %70'e yakını yoksulluk sınırında, açlık ve sefalet her yerde, ücretliler ise her geçen gün, gelirden daha az pay almak durumunda kalıyorlar. Gelir dağılımı adaletsizliği, son kır yıldır hep bozulma yönünde ilerliyor. Yani adaletsiz gelir dağılımı, daha da adaletsiz hale geliyor. Bu son kırk yıl ifadesinde neyi gizliyor ekonomistler? Elbette, son kırk yıldır hakim ekonomi anlayışını, yani küresel kapitalizm ve onun sebep olduğu dengesizliği.
Bundan dolayı, bu salgın döneminde, bütün dünya bankaları kapılarına kilit vursa, salgın nedeniyle çalışanlarımızın sağlığını düşünerek çalışmayı durduruyoruz dese, bankalar yine de yılsonunu karla kapatacaklarıdır. Faiz günahı işlemeye devam edecektir.
Akşam haberlerde izlemekteyiz: ABD ihtiyaç sahiplerine 1200 ($) dolar dağıtıyor, İngiltere her vatandaşa şu kadar para veriyor, Almanya sex işçilerine bile şu kadar para ödeyecek, ülkemizde ilk başta 2 milyon kişiye şimdi ise 4 milyon kişiye kişi başı 1000 TL verilecek, bu haberleri uzatmak mümkündür. Hazine ve Maliye bakanlıkları, bütün dünyada kesenin ağzını açmış durumda. Hem dağıtılan bu paralar hem de başka destekler için kullanılan her doların ve her TL'nin bir de maliyeti olacaktır. Bütçe açığı son bir ayda 50 milyar TL'ye yaklaşmışsa, bu demektir ki sadece Mart ayında oluşan bu açık için yaklaşık 5 milyar TL devletimiz faiz ödeyecektir. Yani 5 milyon kişiye daha verebileceğimiz 1000 TL, faiz kurumlarına yani bankalar ve merkez bankamıza ödenecektir. Yılsonu bütçe açığımızın öngörülenden 3 kat fazla olacağı tahmin edilmektedir. Yani, yaklaşık 400 milyar TL civarında. Bu demektir, bu salgın döneminde ödemek durumunda olacağımız faiz toplamı 40 milyar TL civarında olacaktır.
Bu arada, işletmeler, fabrikalar, kobiler, bireysel tüketiciler, esnafımız da yeni krediler almak durumunda kalacak. Krediler nedeniyle bankalara olan borcumuz yaklaşık 4,5 trilyon TL seviyesinde. Bu borç daha da artacak.
Bu yıl sonunda, ödenmeyen konut kredileri nedeniyle banka mülkiyetine geçmiş konut sayısı yaklaşık 20 bin. Sorunlu kredi oranı %5 olsa, demektir ki, bankalara ipotekli konut sayısı yaklaşık 4 milyon!
Bu salgının sağlığımız yanında ekonomileri de derinden etkilediği, büyüme tahminlerinin neredeyse aynı sayıda eksi olarak revize edildiği yani daralma ve küçülme senaryolarının devreye girdiği, işletmelerin kriz öncesi durumlarına gelebilmek için uzun bir zamana ihtiyaç olduğu, işsizlik rakamlarının artacağı gibi değerlendirmelerin haddi hesabı yok. Daha da ileri gidip, siyaset ve yönetim anlayışlarının bile eskisi gibi olmayacağını savunanların olduğu görülmektedir.
Buna karşılık, tanıdığım herkes, gelirine bakmaksızın bankaları tarafından kendilerine sunulan (ihtiyaçları olmadığı halde) kredileri almak için koşmaktadırlar. Salgın sonrası bu insanların aldıkları bu kredileri nasıl ödeyecekleri de bir başka sorun!
Kısacası, faiz günahı, siz uyurken de bankacı uyurken de işlenmeye ve toplumları esir etmeye devam ediyor olacaktır.