Ölüm, Meded, İrade
Jandarmanın tonlarca enkazın altında izini sürerek bulduğu kadına sorduğu soruyu hatırlar mısınız?
-Duyuyor musun beni?
Duyuyor, bununla da kalmayıp 'kurtaracağız seni' sözlerine cevap vererek inanıyordu. Kadın da çocuğu da kurtarıldı. Keşke bir şeyler atıştırırken, demli çayını yudumlanırken ekrana kilitlenen insana da sorsaydı:
-Bakıyor musun yoksa görüyor musun beni?
Görürken hisseden, yüreği ürperen, sesi titreyen insanlar değil elbette kastım. Kastım şunlaradır ki onlar; görmüyor, işitmiyor ki yüreğinin kaskatı kesilmesine, nifakının münafıkı olmasına aldırış bile etmiyor. Deprem onu korkutmuyor, acı onu ırgalamıyor, zaten vatan/millet onu kuşatmıyor. İnadına inadına bırakın Müslümanlığı, insanlığı bile tehir etmek değil terk edecek kadar gözü kara olmak, kalbi mühürlü, dili çatallı olmak neyin nesidir? Elbette zalimin sesidir. Bizden uzak, toplumdan ırak bu sese karşı verilecek en iyi cevap büyük Milletimizin sesidir, eseridir.
Böyle görenlere şahit olduk. Mehmet Özbek TRT ekranlarından canlı yayınlanan program esnasında deprem olduğunu fark edince ünlü divan şairi Nabi'den şunları söylüyordu:
Bağ-ı dehrin hem haznın hem baharın görmüşüz
Biz neştın da gamın da rüzgrın görmüşüz
Çok da mağrur olmak kim meyhne-i ikblde
Biz hezran mest-i mağrurun humarın görmüşüz
Tevekkül dileyen Mehmet Özbek'in okuduğu gazel bizi bizden olan bir edayla nasıl da güzel anlatıyor:
Biz, dünya bahçesinin hem güzünü, hem de ilkbaharını görmüşüz,
Biz, sevincin de kederin de yaşandığı günleri görmüşüz.
Çok da gururlanma ki, bu talih meyhanesinde biz,
Gururdan sarhoş olan binlercesinin uyuşuk halini görmüşüz.
Medet dedik. Medet… Bu medet Çukur dizisinde kod adı Sadettin asıl adı Salih olan kirden, pastan arınmak isterken vicdanı ile alışkanlıkları arasına sıkışan bir kişinin gözlerinin içine içene bakan, 'ağbim' diyen 'Medet' değildir elbet…
Biz Elazığ'da Malatya'da insan hikayeleri gördük. Medet dileyeni de, medet edeni de gördük.
Medet (Yardım, imdat, asker, yardımcı kuvvet, İmdat, Eyvah)
Medet Etmek (Yardım etmek)
Meded-cû (Yardım arayan, yardım isteyen)
Meded-kr (Yardım eden)
Meded-res (İmdda yetişen, yardıma koşan)
Ölümü saniye farkıyla atlatan insanlarımızın tevekkül edişi, milleti var eden asıl maya değil mi? Belki de Victor Hugo'nun dediği gibi 'İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkûm' değil miyiz? Biz ölecek olduğumuzu biliyoruz. Ölecek olduğumuzu doğduğumuzdan beri biliyoruz. Bu yüzden hepimiz ölü doğmuş değil miyiz? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gözlerinden yaş dökerek kıldığı cenaze namazından sonra 'kaza ve kadere teslimiyet' bu değil mi?
Sen, ben, o yoktu. Parti, meşrep, mezhep yoktu. Kırmızı plakalar gelip gitmedi. Koca koca devletin adamları orada kaldı. Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Bakanlar, AFAD, Kızılay, Belediyeler oradaydı. STK'lar devletin yanı başında yara sarmaya, kol kanat germeye koştu. Deprem sonrası bir Süleyman Soylu fotoğrafı var ki başlı başına devlet millet tasavvuruna düşen bir kayıttır.
Bilelim ki idare, iradedir. İdare iradesini böyle zamanlarda gösterir. Erteler, öteler ise iradesini kaybeder. Cumhurbaşkanı Erdoğan iradesiyle idareyi ortaya koymuştur. Onun adına Soylu'nun ortaya koyduğu irade, idarenin millete hizmetidir.
Böyle zamanda Rabbim ne büyüksün. Rabbim devlete zeval vermesin duasını daha güçlü ve sesli yapmalı insan…