Profesör Nuri Pakdil'e Niye Saldırdı, Edebiyat Ağladı?
Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Edebiyat Bölümü Başkanı Prof.Dr. Nurullah Çetin geçtiğimiz gün vefat eden Nuri Pakdil hakkında izanı ve Türk Kültür hayatına yakışmayan bir yazısını sosyal medya hesabından paylaştı. Pakdil için 'Bir Tuhaf Devrimci Öldü Diyeler' başlığıyla kaleme alınan yazı adeta Pakdil ile dalga geçildi. Pakdil'i Lenin,Brigitte Bardot hayranı olarak suçlayan Edebiyat Profesörü 'Böyle bir fahişe ve İslam düşmanına hayranlık, demek ki 'Devrimci İslam Dini'nin bir ilkesi imiş.' diye yazdı.
Prof.Dr. Nurullah Çetin'in tartışma oluşturacak yazısı şu şekilde:
*Şiiri şiire benzemez, tiyatro oyunları hiçbir şeye benzemez, adeta karnından konuşan, vecize yumurtlayacağım diye kekeme kalmış olan, entelektüel öfkesini yeni yetme bir Komünist devrimci edasıyla ezberlenmiş sloganlarla yenmeye çalışan bir kişi, tuhaflıklar üzerine bina ettiği hayatını tamamladı.
*Tek özgün yanı Batı (özellikle de Fransa), Marksizm ve sol karşısındaki aşağılık duygusu ve ezikliği idi. Hayatı boyunca bu eziklikten kurtulamadı. Görünüşte ve sözde Batıya sert muhalifti ama özde en sadık bir Batıcı idi. Batıya nefreti, ona olan gizli aşkını barındırıyordu. Marksist öğreti ve terminolojiyi İslam'a uyarlamaya çalışarak, 'Devrimci İslam' diye bir din uydurdu.
Bu eziklikle kendini 'gerilla' ve 'partizan' gibi eşkıya ve Komünist sıfatlarıyla tanımladı. Bir de tek okuduğu Türkçe gazete Cumhuriyet idi.
*'Mülkiyet, kirli ve kanlı' diye sağcı kapitalizme karşı çıktı, ama gitti aynı özelliklere sahip İslamcı soslu abdestli kapitalizmi bağrına bastı. İlkesel tutarsızlık içindeydi.
*'Yazar, sanatçı ve entelektüel idolü dinsiz Sartre imiş. Jean Paul Sartre yani felsefesinden geriye sadece 'aşk ve cinsellikte özgürlük' ilkesi kalan, ha bir de geriye tek eşliliği kabul etmeyen, bir burjuvazi pratiği olarak gördüğü evliliğe karşı çıkan Simone de Beauvoir ile yaşadığı aşk ve cinsellik kalan kişi.
*Atatürk'ü Firavun olarak gören bu arkadaşın bir de siyasal devrimci idolü ise bütün dinleri yasaklayan, düşünce, inanç ve teşebbüs özgürlüğünü yok eden Lenin imiş. Yani Müslüman Türkleri Haçlı işgalinden kurtaran, Türkler İslam'ı asıl kaynaklarından öğrensin diye Kur'an'ın mealini, tefsirini yaptıran, hadisleri toplatan, Diyanet İşleri Başkanlığını kuran Atatürk Firavun oluyor, ama bütün dinleri yasaklayan, dindarlara kan kusturan Yahudi Lenin idol oluyor. Demek ki 'Devrimci İslam Dini' böyle bir şeymiş. Allah'tan bu saçmalıklara kimse itibar etmedi.
*Bu vatandaş ayrıca azgın Türk düşmanı Dostoyevski'yi çok severmiş! Beraber haşr olsunlar. Ne diyelim.
*Türk müziğini değil de Beethoven ve Joan Baez dinlemeyi çok severmiş. Yerli düşünce ve İslam medeniyeti laflarını bayrak yapmasına rağmen hat, ebru, minyatür gibi İslam sanatları çok gerilerde kalarak Van Gogh ve Chagall resimlerine bayılırmış. Picasso'nun Guernica tablosunun kopyasını baş köşesinden ayırmazmış. Gizli Batı severliğin bir başka yansıması.
*Köylülükten nefret eder, aristokrat, elit, rafine kültür yanlısı takılır ama köylülüğün dik alası olan futbol delisi imiş ve Fenerbahçeli olmayana kızarmış. Ne derin entelektüel duruş ama, gözlerim yaşardı.
*Bu müteveffa vatandaşımız, Türkan Şoray ve Brigitte Bardot hayranı imiş. Türkan'a hadi bir şey demeyelim ama, 'Put Yapımevleri'nin bir ürünü olan Brigitte Bardot dünya tarihinin en namlı fahişesidir. Bir de bu Brigitte Bardot'nun çok özgün bir yanı var, o da Müslümanlara hakaret ettiği gerekçesiyle para cezasına çarptırılmış olmasıdır. Böyle bir fahişe ve İslam düşmanına hayranlık, demek ki 'Devrimci İslam Dini'nin bir ilkesi imiş.
*'Büyük mütefekkir, büyük yazar' diye anılan kişi, düşüncede, sanatta, edebiyatta bir devrim yapamadı ama Allah var, 'Allah' yerine 'Tanrı'; 'Kur'an' yerine 'Mutlak Öğreti'; 'Peygamber' yerine 'Önder'; 'Ramazan' yerine 'Oruç Vadisi' diyerek İslam'ın adeta remzi haline gelmiş ve bütün bir İslam ruhunun, kültürünün, değerlerinin, havasının kodlandığı soylu terimlerimizi değiştirerek İslami terminolojiyi devirmeye çalışmış ama Allah'tan ki bu saçma sapan uydurukça terimleri hiçbir Müslüman kullanmıyor. Dolayısıyla akim kalan devrimi kendisiyle gitti.
*Bir de Türk milletine karşı devrim yapmaya kalkmış. Demiş ki: 'Ne mutlu Müslümanım diyene!' Peh peh peh! Ne müthiş buluş! Güya Türk'ün Başbuğu Mustafa Kemal Atatürk'ün milliyetimizin mottosu olan bir ilkesini ve vecizesini itibarsızlaştırmak ve yok etmek için yeni ve başka bir cümle bulamamış da Atatürk'ün sözünü değiştirmiş. Allah'tan bu devrimi de akim kaldı.
Zira biz Müslüman Türkler inanıyoruz ki, Müslümanlığımızın mottosu 'L ilhe illallah, Muhammedun Resulullah', Türklüğümüzün mottosu da 'Ne mutlu Türküm diyene!'dir. Biz her iki ilkeye de sahip çıkıyoruz. Biz dinimizle milliyetimizi birbiriyle yarıştıran, kavga ettiren ahmaklardan değiliz. Biliriz ki din ayrıdır, milliyet ayrıdır. Biz hem dinimize, hem milliyetimize bağlıyız. Biz kimliğimizi 'gerilla' ya da 'partizan' gibi gvur ve düşman terimleriyle değil, tamamen yerli ve millî bir terimle ifade ediyoruz ve 'biz Müslüman Türk milletiyiz' diyoruz.'