Tövbekar Kemalistler, Ya Fetöistler?
Yeni yıla girdik girmesine de İlhan İrem'in dediği gibi “Olanlar olmuş, olanlar olmuş” Velhasılı olanlar oldu. Ünlü Çin'li savaşçı Sun Tzu'nun “Araziyi bil, düşmanı bil, havayı bil; zafer kaçınılmazdır.” sözünün önemi bir kez daha ortaya çıktı. Gelecek perspektifi oluşturabilmek için tarihi ve coğrafyayı objektif olarak değerlendirmemiz gerekir. Bakalım tarihimize: Osmanlı Devleti altı yüz yıl boyunca üç büyük düşmanla savaştı. Batı'da Avrupa ile 11 savaş yapmış, 47 yıl sürmüştür. Kuzey'de Rusya ile 13 savaş yapmış, 51 yıl sürmüştür. Doğu'da İran ile 13 savaş yapmış, 53 yıl sürmüştür. Bugün, Anadolu'daki Türkiye'nin üç cepheden çevrelenmesine ilave olarak da Güney'den terör koridorları ile sıkıştırılmaya çalışılması gözümüzden kaçmamalı. Ortadoğu'daki halkı Müslüman ülkelere baktığımızda ise dört büyük mesele başlarına musallat edilmiştir. 1.ENERJİ MESELESİ: (Petrolün ve doğal gazın üretiminin, dağıtımının, US Doları ile satılmasının güvence altında olması.) 2.İSRAİL-FİLİSTİN MESELESİ: (İsrail'in can güvenliğinin kıyamete kadar BATI'nın sorumluluğunda olması) 3.Şİİ-SÜNNİ ÇATIŞMASI: (% 20'lik Şii nüfusu temsilen İran'a % 50'lik nüfuz kullandırılması) 4.KÜRT MESELESİ(Devlet kurma hevesinin sürekli kullanılması) Siyasi analizlerini merakla takip ettiğim eski milletvekili Abdullah Çalışkan durumu şöyle özetliyor: “Ortadoğu'nun dört temel ülkesi Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan bu dört problemi dışarıdan müdahale olmadan çözmek zorundalar. BATI Ortadoğu'ya müdahalesine bu dört meseleyi gerekçe yapmaktadır. BATI'nın elinden bu gerekçeleri almak zorundayız. Aksi halde BATI bu KAOS'tan beslenmeye devam edecektir.” Daha fazla dış politikaya girmeden biz yine iç politikaya dönelim. Yazalım yazmasına da değişen bir şey yok gibi görünse de değişim giderek aklımızı başımızdan alacağa benziyor. Gündem aynı gündem diyebilme imkânınız var ama Türkiye aynı Türkiye değil.Geçenlerde akademisyen sosyolog olan okul arkadaşım ile boza içip Necip Fazıl Kısakürek üzerine konuşurken nutkumun tutulmasına neden olan bir sözü nakletti. Söz, İbni Haldun'a ait: -İnsan alışkanlıklarının çocuğudur. Alışkanlıklar üzerinden siyaset yapıp, ahkam kesip, kimini rendeleyip, kimini ufalayıp, kimini ise pürü pak olarak işin kerevetine çıkartmak niyetimiz varsa siz en iyisi bu yazıyı okuyup öyle karar verin. Şimdi ‘Türkiye'de ezanın Kemalistler sayesinde okunması' ile ‘FETÖ'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması' tartışmasını birlikte ele alalım. Terör örgütü PKK/PYD'nin siyasi ayağının TBMM'de var olduğu gerçeğinden hareket ederseniz daha yaygın ve finans bakımından zengin, uluslararası ilişkiler bağlamında dominant terör örgütü FETÖ'nün siyasi ayağının TBMM'de bulunması gerekmez mi? Böylesine bir iddia FETÖ'nün bir parti kurduğu/kurdurduğu iddiasıdır ki bu başlı başına Recep Tayyip Erdoğan'ın partisine yönelik C4, TNT kalıplı, uzaktan kumandalı filan değil düpedüz balistikten öte nükleer başlıklı bir saldırıdır. Siyasi ayak demek; her yerde ayağı olan FETÖ'nün yargı, emniyet, asker ve iş dünyasının yanında etkinliğini kabul etmek ve bu merkezin kurduğu siyasi organizasyonun kabulü anlamındadır. Kıskaca alınmak,tezgaha getirilmek istenen Ak Parti'dir. Siyasete nüfus etme ile siyasi ayak meselesi aynı kapıya çıkmaz. Çıkar derseniz gayri meşru ilişkiyi kabul etmiş olursunuz ki bu ötenaziden başka bir şey değildir. Ne yazık ki Ak Parti bu deli gömleğini giymiş oldu. Belki bu gömleği giydirenler Erdoğan'ın elinden partisini almak isteyen kripto FETÖİSTLERdir. Nitekim Erdoğan 2018 yılının Haziran ayında CNN Türk – Kanal D ortak yayınında “FETÖ bizim zamanımızda büyüdü iddiasını ret edemem” demektedir: “FETÖ'nün bizim zamanımızda büyüdüğü iddiasını ben reddetmem. Bunlar büyük bir ihanet şebekesi içerisindeymiş. Aldatıldık. Taa Erdal İnönü'ye git, Bülent Ecevit'e. Ecevit, İnönü bunların en yakın arkadaşıydı. Erdal İnönü'nün bunların okullarını ziyaret ettiğini iyi bilirim. Onların davetlerine katıldıklarını iyi bilirim. Gelsinler konuşalım. Samimi değiller. Biz yanıldık. Biz bunlara çok inandık. 2004 MGK'sında hedef sadece FETÖ değil tüm terör örgütlerine yönelik bir süreçti. Biz bunun üzerine ısrarla da gittik. Birçok STK'lar da masaya yatırıldı. 2010'dan sonra da ayıklama süreci başladı.” FETÖİST'lerin siyasi partilere sızdığı, yalnızca dereyi geçerken değil her parti içinde kons yaptığı ve konsa meraklı siyasilerin bunlara meyil ettiği açıktır. Yoksa Melih Gökçek'in “Onların yüzlerinde mi yazıyordu FETÖCÜ oldukları?” sözünü “Hamili kart yakinimdir” ricasıyla tamamlarsanız insanın ne olduğu değil nerede durduğu, bir o kadar da nerede durduğu değil ne olduğu önemli olmaktadır. Halbuki işaret fişeği yıllar önce atılmıştır. ‘Fetullah'ın ipiyle kuyuya inmeyin', ‘yeni muhitiniz hayırlı olsun' veya halen Ak Parti'de genel başkan yardımcılığı yapan istihzanı gülüşüyle meşhur ismin “Sizin hocanız ne yaptı? Bizim hocamız bütün dünyada okullar açtı” sözleri tanıdık geliyor mu? Veya Erkan Mumcu'nun Mayıs 2007'deki konuşması sizi uyandırmadı mı? “Bu memlekette kim 'Elhamdülillah Müslümanım' diyorsa, bilsin ki imanını Allah'a, dinini devlete borçludur. 'Müslümanım' diyen herkes, aklını başına alsın. Hele hele Müslümanlığı, birilerine üstünlüğüymüş gibi takdim edenler, Müslümanlıklarını sanki bedeli, mükafatı dünyada talep edilecek bir fedakarlıkmış gibi algılayanlar bilsinler ki eğer imanları varsa; imanları, Allah'ın onlara bir lütfudur. Bunun için şükretmelidirler, onun yolu da hayırdır, hasenadır. Onun dışında imanından gayrı bir din yaşayabiliyorlarsa, 'Müslümanım' dedikleri bir din yaşıyorlarsa, bunu devletlerine, devlete borçludurlar. Ama bu ülkede din ve devlet birbirinin karşısındaymış gibi sunuluyor. Bu, devlete de ihanettir, dine de ihanettir, vatana da ihanettir. Bu, millete kurulacak en büyük tuzaktır. Elinize üç kuruş para geçti, üç tane gazeteniz, iki tane televizyonunuz oldu diye bu ülkeyi ele geçirme sevdanızdan vazgeçin. Osmanlı bu oyunu affetmez.” İmam Hatip öğrencisi iken de imam hatiplerin başkanlığı döneminde de millet vatan tanımaz, köprüyü geçerken ‘ayıya dayı' diyenlerle hep mücadele ettim. Bu şuur elbette ki Aziz Milletimin ruh köküne sadakatimizden, beslendiğim kaynakların anamın ak sütü gibi helal Anadolu'nun mefkûresindendir. Makama, mevkiye, saltana, harama tamah etmemek birinci kuraldır. Kıyıda köşede durmamızın, bize ekranların yasaklanması, merkez medyanın içine sokulmama nedenimiz “bihaber” olmamızdan ileri gelmiyor. Bilakis “haberdar” olmaktan ve “haber vermekten” ileri geliyor. Bir yere gitme, ikbal devşirme niyetimiz/kavlimiz/tavrımız olmadığı için durakta da beklemiyoruz. Halbuki durakta beklemek yerine ilk gelen otobüse atlayıp giden o kadar insan gördük ki…Şimdi bir köşeye sinerek ‘kim, kimi indirecek?' diyerek bahis oynayan siyasiler Ak Parti içinde kalanları mı, Davutoğlu ve Babacan'a gidenleri mi “siyasi ayak” olarak suçlayacak. 17-25 Aralık'tan sonra cemaat, hizmet hareketi, paralel yapı ile flörtten öte ilişki başlatan partiler mi “siyasi ayak” hesabını verecek? “O…punun tövbesi yeni müşteri gelene kadardır” derler ya peki müşterinin tövbesini kim soracak, sorgulayacak? İyi ya yoldan çıkaran kadar yoldan çıkan suçla değil midir? Hakkı Bulut'un şarkısı gibi “Ben Tövbemi geri aldım, Tanrım sen bağışla bizi” mi diyecekler, yoksa Cem Karaca'nın şarkısı gibi “Yüz bin kere tövbe etsek yine şarap içeriz” mi diyecekler? Bu tövbe; yerel seçimlerden önce Numan Kurtulmuş'un “23 hazirandan sonra gerekirse Allah'tan af diler (tövbe istiğfar), yanlışlarımızdan kurtuluruz” sözleri gibi bir tövbe midir? Yoksa parti içinde adı ‘Arap Bacı'ya çıkmış siyasinin bu kadar işaret fişeğinin gözünün önünde atılmasına karşı kendisini “ahmak” olarak tanımlaması gibi mi bir tövbedir? Herkes zulaya yatmış bir kenarda Erdoğan'ın hamlesini bekliyor. Erdoğan'ın 2019'un son aylarında kendisini ziyarete gelen Akıncıların eski İstanbul Başkanı'na “Yakup ağbi kongrede hepsini temizleyeceğim” sözleri bunun için midir? Erdoğan, “Temizleneceğim değil temizleyeceğim” demektedir. Tartıştığımız bu yeni hal; olay yeri inceleme gibi ‘siyasi ayağı bulma' siyaseten “Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!” çağrısına çıkarsa burada en masum ve günahsız olarak merhum Necmettin Erbakan'ı bilirim, bir de merhum Alpaslan Türkeş'i… Elbette ki bu dönemde Türkmen Beyi muhterem Bahçeli'nin “emrolunduğu gibi dosdoğru” duruşunu…Elif miktarı eğilmedi. Bırakın toleransı göz işaretinde bile bulunmadı. Bahçeli'nin şartsız, muskasız Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini “Ebet müddet devlet” gereği desteklemesinin altında; siyasete sızmış, nüfus etmiş, yuvalanmış, semirmiş, günden güne kunlayan, bir o kadar da puşt zulalarına meraklı siyasileri, bürokratları temizleme, dezenfekte etme iradesi bu nedenledir. Erdoğan'ın “temizleyeceğim” sözü, Bahçeli'nin alayına ‘Eyvallah' diyerekhaşereye karşı yapılacak ilaçlama, karantinayı gerektirecek bir biçimde olması halinde hedef tahtasına konulan siyasilerin itirafları/tövbesi karşısında kaldığımız yerden mi kandığımız yerden mi devam edeceğiz? Hesap verilebilir olma, hesap verme/bedel ödeme, ikrar ve vatan ve millete sadakat yemini tövbe ise tövbe bekliyoruz. KEMALİSTLER SAYESİNDE OKUNAN EZAN ! Son zamanlarda Kemalistlerin de tövbesini görmüyor değiliz. Tartışma yeni başlamadı. Milleti var eden değerlerin farkında olmamasından değil, vatan, devletin elden gitmesine karşın toplumun karşılıksız meftunu, milletin muhibi olduğu dini ve milli değerlerine daha fazla bigâne kalamamasından kaynaklanmaktadır. Kendini tanımlarken “Kemalist sol” diyenlerin diğer solu eklemlenen, devşirilen ve FETÖ'nün kaldığı yerden yol arkadaşı olduklarını imasını da bilmiyor, anlamıyor değiliz. “Mustafa Kemal'in askerleriyiz” diyen kesimin hiçbir manda ve himayeyi kabul etmemesi gerekirken “ABD'nin kendilerini iktidara getireceğini” bunun da bindikleri FETÖ kayığıyla gerçekleşeceğini düşünmeleri Mustafa Kemal'i yeni baştan anlamalarını zorunlu kılmaktadır. Bugün Erdoğan, dün Erbakan, Özal ve Demirel gibi siyaset adamlarına, düşman kesilerek karşılarında diklenmelerinin, tahkir edici duruşlarının nedeni Allah'a karşı gelmelerinden kaynaklanıyorsa kendilerini ‘Kemalist' diye adlandırmaları Mustafa Kemal'e de Cumhuriyet'e hakarettir, haksızlıktır. Elbette bugün ezan gümbür gümbür okunuyorsa, bayrak dalgalanıyorsa, ‘vatan sana canım feda' diyen vatan evlatları cephede düşmanla çarpışıyorsa vatanı ayakta tutan kendini ne olarak tanımlarsa tanımlasın ancak önce “vatan” diyenler sayesindedir. Eğer vatan demiyorsa zaten iman da yoktur, inançda yoktur. Deniz Baykal'ın Libya açılımını bir de bu gözle okumanızı temenni ederim. Elbette Kemalistler milletin değerlerine sahip çıkan her fert gibi ezanın okunmasını sağlamak zorundadır. Kemalistler kendilerine başka vatan bulmaya niyetli olmadıkları, böyle bir arayışta olmadıkları açık ve net olarak ortaya koymuşken ezanı şahit gösterip, “Allah Büyüktür” diyerek yollarına devam edecekler. Zira ahirete inandıklarını düşünürsek;hesap günü onlara da vardır. -İnsan alışkanlıklarının çocuğudur. Dedik ya! Kemal'den anlamayan Kemalistlerin alışkanlıklara kapılıp da din ile savaşmalarını beklemek kendi varlıklarını sorgulamaları anlamına gelir. Bosna'ya yemeni dağıtmakla başlayan, Edibali açılımıyla toplumsal barışmaya Deniz Baykal sayesinde devam eden CHP'nin toplumun önüne Kur'an okuyan, dua eden rol modelleri, “İnşallah, Maşallah” sözlerini siyasi reklam aracı yapmalarının altında kaybetmek mi, kazanmak mı tercihi vardır ? Ezana sahip çıkarak kazanmamışlar mıdır? “SON KEMALİST” DİYE YORUMLANAN ERBAKAN Şimdi İsmail Saymaz'ın ekranlarda söylediği sözlerin üzerine şu hatırayı paylaşmak gerekli oldu. Merhum Erbakan hocam ile birlikte kendisi başbakanlıktan indirilmiş, partisi kapatılmış, siyasi yasaklı olduğu bir dönemde, 28 Şubat sonrası Almanya, Hollanda, Fransa'ya gittik. 1998 yılının haziran ayı…İnsan Hakları platformlarında, toplantılar da partisine yönelik haksızlıkları anlattı. Bonn şehrinde bir insan hakları toplantısı yapılıyordu. Toplantının tam adı; “Avrupa'da İnsan Hakları Tecrübesi”. Erbakan Hoca konuşmasını yaptı. Salondan ayrıldı. Erbakan Hoca'dan sonra Almanya'da faaliyet gösteren ve Kürt sorunuyla ilgili tepkisel açıklamalarıyla öne çıkan, hatta kimi zaman terör örgütü PKK'ya ilişkin destek açıklaması yapan Dialog-Kreis kuruluşu adına konuşma yapan Mehmet Şahin “Türkiye Cumhuriyet'indeki insan hakları ihlallerinin birinci derece sorumlusunun Kemalizm olduğunu” söyledi. Şahin devamla şunları söylüyordu: “Kürdistan'da kan akıtılıyor Kemalizm'in egemen olduğu dönemden itibaren Bunlar vardı. Erbakan iktidara gelince Ordu çirkin yüzünü gösterdi. Türkiye'yi kimin yönettiği ortaya çıktı Kemalizm ve Milli Güvenlik Kurulu'nun devam ettiği bir ülkede inançlara baskı olur Kürt sorunu çözüm bulmadıkça de aksi olmaz.” Konuşma devam ederken merhum Erbakan yıldırım hızıyla salona geldi ve yerine oturdu. Erbakan Şahin'e müdahale etmek istedi. Sempozyumu yöneten başkan söz vermedi bunun üzerine Erbakan pusula göndererek söz hakkı aldı. Şahin'in söylediği sözlerin kendi şahsi açıklamaları olduğunu belirten Erbakan “Herkesin Kendi görüşlerini ortaya koyması doğal hakkı ama Türkiye'yi tanıyan kişiler olarak susmak doğru olmaz. Sükût ikrardan gelir. Doğruyu söylemek mecburiyetindeyiz” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bazı kimseleri suçlu göstermek için toplantı yapmıyoruz. İnsan hakları ihlallerinin sebebi olarak Türk ordusunu ve Kemalizm'i göstermek mümkün değildir. Başörtü sorunu varsa bunun sorumlusu Türk ordusu değil bazı üniversitelerin yöneticileridir. Devrim kanunda başörtüsü yasaklanmamıştır. Ordu kendi işi ile meşguldür. İhtilaller yapılıyorsa ondan yapanlar mesuldür. İnsan hakları ihlalinde ne Türk ordusunu ne de Kemalizm'i suçlu göstermek doğru değildir” Bazı gazeteler “Son Kemalist Erbakan” diye başlık attı. O dönem çalıştığım Akşam Gazetesi ise her nedense “Hoca Günah Çıkardı” diye başlık atmayı tercih etti. Oysa o dönemde 28 Şubat'ta ve sonrasında “Milli/ulusal” duruş sergileyen Erbakan'ın posterini kapı kapı dolaşarak asmasını beklediğimiz Kemalistler; sırf dine, dindara karşı mesafesi yüzünden bigane durdu. Şimdi “Ezanlar Kemalistler sayesinde okunuyor” demeleri elbette ki bu pişmanlıktan…. “İnsan alışkanlıklarının çocuğudur” sözünden hareketle yazdık ya bütün bunları… Bir de son sözüm; ekranda, sosyal medyada, yazılı medyada boy gösteren akıldanelerine olsun: Artık düşün bir yakamızdan… Viski çekip, ot üfleyip; Ortadoğu'yu, Müslümanları, Türkiye'yi, Ak Parti'yi kurtarma repliklerini yazıp, algı yönetimleriyle yönlendirme/kutuplaştırma işinden bir vazgeçin! Biz; 15 Temmuz akşamı genelkurmay önünde, TBMM'nin Çankaya kapısında “Mustafa Kemalin askerleriyiz” diyen, “Biz Ankara bebesiyiz, kardaş deriz kankaya” sözleriyle ateş altında çekirge oynar gibi sıçrayan, sırtına aldığı Türk Bayrağıyla “Ya Allah Bismillah Allahü Ekber” sloganı atarak başörtülü kadının önüne siper olan; “Türk'üz, doğruyuz birbirimizden sorumluyuz” sözlerini kuşatan gençlerle yürümeye devam edeceğiz. Bunu bilin istedim. İlla vatan, illa vatan, illa vatan… Ne keder, ne de gam. Nöbete devam. Vesselam, vesselam… (Yazarımız Fehmi Çalmuk'un “TÖVBEKAR KEMALİSLER, YA FETÖİSTLER?” başlıklı yazısı 14 Ocak 2020 Hürses Ekonomi Gazetesi'inde de yayımlanmıştır.)